|
|
|
|
|
Bağdat meleğine ağıt
|
|
Amerikalı Marla Ruzicka sayesinde Irak savaşının sivil kurbanları kuru birer rakam olmaktan çıkıp isimlerine kavuştu. Ama kaderin cilvesi; sonunda savaş kurbanlarının listesine onun da adı eklendi. 15 gece önce başlarını gökyüzüne kaldıranlar bir yıldızın kaydığını gördü. O yıldız direnişçiler tarafından öldürülen Marla'ydı.
Bağdat meleğine ağıt
15 gece önce başlarını gökyüzüne kaldıranlar bir yıldızın kaydığını gördü. O yıldız yardımına koştuğu ülkedeki sözde direnişçiler tarafından öldürülen Marla Ruzicka'ydı. Ve henüz 28 yaşındaydı.
Bağdat'ın merkezi ile havaalanı arasındaki mesafe 16 kilometre kadar. Yarım saat ya sürüyor ya sürmüyor. Tabii trafik çok yoğun değilse. Üç gidiş ve üç geliş olan yolun gerek kenarları gerekse aradaki bordürü zakkumlarla ve palmiye ağaçlarıyla yeşillendirildi. Saddam Hüseyin zamanında. Saddam o yolu yoğun biçimde yeşillendirtmekle kalmadı; Bağdat'ın vitrini olarak tasarlayıp çevresini şık ve lüks sayılabilecek villalardan oluşan sitelerle donattı. Villaları silahlı kuvvetlerden ve de gizli servislerden kendisine ölümüne bağlılık yemini etmiş olanlara dağıttı. Cömertçe. Tabii hepsi Sünniydi. Pek çoğu da Tikrit ve çevresinden gelmiş olanlar. Ve o güzelim yol ve ardındaki siteler, Saddam rejiminin devrilmesinden sonra "direniş"in, daha doğrusu Azrail'in egemenlik bölgesine dönüştü. O nefis palmiyelerin iyice kalınlaşmış gövdeleri, o metrelerce boy atmış pembe çiçekli zakkumların perdelediği alanlar, Saddam artıklarının ve ondan nemalanmış olanların Amerikan kuvvetlerine, daha genel söylememiz gerekirse, tüm yabancılara, hatta yeni dönemin destekçilerine karşı kurdukları ölüm tuzaklarının korkuluğu haline geldi. 15 Nisan Cuma gecesi, Bağdat'tan San Francisco'da, iki çocuğu da (biri erkek, diğeri kız; erkek Honduras'ta çiftlik işletiyor) yuvadan uçtuğu için baş başa kalmış yaşlı çiftin telefonuna bir mesaj gönderildi: "Anne, baba; sizi çok seviyorum ve çok özledim. Ben iyiyim, merak etmeyin. İkinizin de tombiş yanaklarından öpüyorum. Kızınız Marla." Zaman farkı nedeniyle San Francisco'daki çiftin, Ortadoğu saatiyle ertesi gün öğleden sonra telefon mesajlarını taradığı sıralarda, Bağdat'tan bir araç yola çıktı. İçinde üç kişi vardı: Araba -onca tuzağa rağmen trafiği yoğun olan- o yolda seyrederken bir intihar komandosu, zakkumların arkasında pusuya yatmış "direniş" hücresi şefinin talimatıyla, bomba yüklü aracını olanca hızıyla önündekine çarptı. Kulakları sağır eden patlamanın hemen ardından iki araç da yani çarpan da, çarpılan da, alevler içinde kaldılar. İntihar saldırısında hedef alınmış arabadakilerin üçü de öldü. Paramparça olarak: Fransız koruma, savaş mağdurlarına yardım eden bir sivil toplum örgütünün İranlı üyesi Faiz El Salim ve Marla Ruzicka adında Amerikalı genç kadın...
Marla Ruzicka? 28 yaşında, bir dünyalar güzeli. Altın sarısı saçları, denizin en derin yerinin mavisini yansıtan gözleri ve en kötü niyetli insanda bile derin sevgi, hatta saygı duyguları uyandıracak masumiyetiyle, meydanları dolduran kalabalık arasında bile hemen fark edilen bir melek.
Aşağı yukarı üç yıl önce. ABD Senatosu'nda Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Afganistan savaşıyla ilgili bilgi verirken, izleyici localarında bir genç kadın gözlerini ve kulaklarını dikmiş, onun her sözcüğünü beynine kaydetmeye çalışıyordu. Washington'a savaşın sivil kurbanlarının trajedisini anlatmaya gelmişti ama pek muhatap bulamamıştı. Rumsfeld'in o konuya hiç değinmemesi sinirlerini daha da kamçıladı. Konuşmanın bitmesiyle birlikte Senato koridorlarına yani lobiye koştu. "Yine mi sen" dediler önüne çıkan senatörler yüzlerini buruşturarak. "Evet, yine ben" dedi. Doğrusu, Kongre kulislerinin pek yabancısı değildi. ABD sol çevrelerinin de. Rumsfeld'in konuşmasından birkaç ay önce Dışişleri Bakanı Colin Powell'ın AIDS ile mücadeleye ABD'nin katkıları konulu bir konuşma yaptığı toplantıdaki çıkışıyla "ilgili" çevrelerce mimlenmişti. Çünkü "sicili" kabarmıştı: Bu iki olaydan yıllar önce, Teksas Valisi George W. Bush'un idam cezasını savunduğu bir konuşmasını sloganlarla keserek ilk ününü kazanmıştı. O sıralar henüz 20 yaşındaydı. (O ilk vukuatı ile son olayı arasındaki dönemde, ABD'nin tecrit politikalarına meydan okumak için dört kez Küba'ya gittiğini de ekleyelim.) O gün de Senato genel kurulunda Rumsfeld'i dinlemek, sözünü kesmek ya da bağırmak arasında tereddüt etmiş, sonunda "uslu kız" rolünü oynamaya karar vermişti.
DÜNYANIN VİCDANINI SIZLATTI Ve de kuliste Rumsfeld'i görmüştü uzaktan. Yaklaşmak için hamle yaparken, güvenlik duvarına çarpmıştı. Onlara aynen şöyle demişti: "Bırakın konuşayım, yoksa öyle bir çığlık atarım ki, burası birbirine girer..." Korumalar onun silahsız ve zararsız biri olduğunu anlayıp bırakmışlardı. O da Rumsfeld'in yanına gidip nazikçe elini sıkmış ve tek soru yöneltmişti: "Listenizde Afganistan'dan sonra hangi ülke var?" HHH Rumsfeld'in bu kışkırtıcı soruya ne yanıt verdiği kayıtlarda yok ama Marla birkaç gün sonra Afganistan'a gitmek için yola çıkmıştı bile. Aylar sonra "Washington Post" Gazetesi onun Afganistan'daki çırpınışlarını anlatırken, "O, tehlikeli bir dünyada insanın vicdanını sızlatan biriydi" diyecekti, "Genç kızlığa geçmeye hazırlanan 16 yaşındaki bir sarışın çocuğun hırçınlığı vardı sanki onda" diye ekleyecekti. Ama Marla'da verdiği o izlenimin tersine hiç de kaprisli, şımarık bir kızın ruh hali yoktu. Tam tersine öyle bilinçli ve kararlıydı ki, Taliban rejimi düşüp Amerikan savaş uçaklarının bombardımanı biter bitmez, o sıralar hiç kimsenin aklının ucundan bile geçmeyen bir göreve soyunmuştu: ABD müdahalesinden zarar gören Afgan ailelerin listesini çıkarmak. Yakınlarını yitirenler, yaralananlar, konutları yıkılanlar... Hepsini tek tek belirliyordu. O günlerde gezegenimizde daha adil bir ticaret düzeni için yürüttüğü kampanyalarla tanınan ve Marla'nın da ilk militanlık deneyimini edindiği San Francisco'daki "Echange Global" adlı sivil toplum örgütünün bülteninde yayınlanan röportajda şöyle diyordu: "Savaşlarda sivillerin ve masumların burnu bile kanamamalı. Askerlerimizin ve savaş uçaklarımızın neden oldukları hataları onarmak bence vicdani bir sorumluluğumuz." Kabil, Celalabad ve Kandahar'ın yıkık dökük sokaklarında bilanço çıkarmak için didinirken, Rumsfeld'e yönelttiği sorunun yanıtı geldi: ABD bu kez Irak'ta savaşa girmişti. Bağdat'ta rejimin çöküşünü simgeleyen Saddam'ın heykelinin devrildiği gün Marla da Irak'a varmıştı. Misyonunu orada da sürdürecekti. Ve Washington ile Bağdat arasında mekik dokuyacaktı davasını anlatmak için. Washington'da Kongre kulislerinde, Bağdat'ta "Yeşil Hat" içindeki yönetim birimlerinin koridorlarında çalmadığı tek kapı bile kalmadı. Ayrıca ulaşabildiği tüm gazetecilerin başlarının etini yedi bu sorunu yazdırabilmek için. Kısa sürede Irak'taki tüm gazetecilerin ve tüm sivil toplum örgütlerinin tanıdığı biri haline geldi. Yetinmedi; tek başına bir sivil toplum örgütü kurdu: "Campaign for Innocent Victims in Conflict- CIVIC" yani "Çatışmaların Masum Kurbanları İçin Kampanya." Örgütün amacı savaşların sivil kurbanlarının zararlarının tazmin edilebilmesi için finansman kaynakları bulmaktı. Buldu. Kongre'nin Afganistan ve Irak'taki sivil kurbanlara yardım için 25 milyon dolarlık ödenek ayırmasını sağladı. 7.5 milyon doları Afganistan'a, 17.5 milyon doları da Irak'a. Hem de Bush yönetiminin savaşçı politikalarını yerden yere vurduğu bir konuşmasının ardından. Müthiş, hatta olağanüstü bir başarıydı. (Demokrat Partili Vermont Senatörü Patrick Leahy'nin verdiği öneri ancak üçüncü oylamada geçebildi. Leahy şöyle diyecekti: "Girişiminin soylu amaçlarına beni inandırdı. Onun gibi insanlarla her gün karşılaşmıyorsunuz. Marla 28 yaşında, çoğumuzun uzun bir ömre sığdıramayacağı işler yaptı.") Kongre yardımını ikinci sürpriz izledi: Uluslararası spekülatör George Soros'un vakfı Açık Toplum Enstitüsü de onu desteklenecekler listesine almıştı. Ve aşkla, şevkle işe koyuldu: Irak'taki tüm hastanelerle temasa geçerek, Amerikan bombardımanında can veren ve yaralanan sivilleri tek tek belirlemeye çalıştı. Ölenler için hemen bir tutanak hazırlanıyordu, yaralananlarla da banda kaydedilen mülakat yapılıyordu. Otel parası ödememek için yardım ettiği kişilerin evlerinde bir köşeye kıvrılıp yatan Marla o bütçeyle harikalar yarattı: Bombardımanlarda yıkılan evlerin ve okulların hiç değilse bir bölümünün onarılmasını sağladı, yaralılara ve hastalara ilaç dağıttı, çok muhtaç durumdakilere maddi yardımda bulundu. Dur durak bilmeyen çabalarında kendisine bir kadın el verdi: Margaret Hassan. Bir Iraklı ile, Tahsin Hassan'la evli bir Avrupalı'ydı. İrlandalı. Ama ayrıca İngiliz ve Irak yurttaşı. 59 yaşındaydı. En az 30 yıldır Irak'ta yaşıyordu. Din değiştirip Müslüman olmuştu. Marla ile aynı alanda çalışan "CARE International" adlı sivil toplum örgütünün Irak temsilcisiydi. Koalisyon güçlerinin bombardımanında zarar görenleri belirleme çalışmalarını birlikte yürütüyorlardı.
19 Ekim 2004'te Bağdat'ta bir kadın kaçırıldı. Sözde direnişçilerce. Birkaç gün sonra El Cezire Televizyonu'na bir kaset gönderildi. İzleyenler donakaldı. Margaret Hassan'dı bu. Sonra günlerce süren sessizlik. Sonra bir kaset daha: Margaret'in başına sıkılan tek kurşunla öldürülüşünün kaydı. 14 Kasım'da Irak ve Amerikan güçlerinin ortak operasyonlarından birinde Felluce'de başsız, ayrıca elleri ve ayakları kesilmiş bir kadın cesedi bulundu. Margaret Hassan'dı bu. Hiçbir vahşi canlının düşünemeyeceği, aklının almayacağı bir vahşet. Ancak insanlıktan çıkmış insanlar yapabilirdi bunu. Ve yapmışlardı. Marla yıkıldı. Ama acısını içine gömdü, misyonuna da, insana da, daha iyi bir dünyaya da inancını yitirmedi. Yitirmemeye çalıştı. Sonra 15 Nisan Cuma günü, Bağdat ile havaalanı arasındaki yolda, bir intihar komandosunun kullandığı bomba yüklü araç, olanca hızıyla önündeki otomobile çarptı ve...
Marla, USA Today Gazetesi için, ölümünden bir hafta önce kaleme aldığı yazıda şöyle diyordu: "Irak'ta geçirdiğim iki yıldan sonra kendime sorduğum soru şu: Amerikan güçlerince öldürülen sivillerin sayısı kaç acaba? 5 bin mi, 10 bin mi, 100 bin mi? Bunu bir gün tam olarak belirleyebilecek miyiz? Amerikan halkının bunu bilmesinin hakkı olduğuna inanıyorum." Şimdi 64 yaşındaki annesi Nancy Ruzicka sağanak gibi yağan başsağlığı mesajlarıyla teselli buluyor, iç çekerek "Dünyanın dört bir yanında meğer ne çok dostu ve seveni varmış" diyor. Hep Cumhuriyetçi Parti'ye oy vermiş olan babası Clifford Ruzicka ise, hayatının geri kalan yıllarını kızının mirası CIVIC'in misyonunu sürdürmesine adayacağını söylüyor. Ve o yaşlı çift her akşam cep telefonlarının ekranında kızlarının son mesajına tekrar tekrar bakıp için için ağlıyor: "Anne, baba; sizi çok özledim. Ben iyiyim. Merak etmeyin" Sonra da Marla için yayınlanmış en muhteşem yazıdan, "The Independent"ta Patrick Cockburn'un satır satır ezberlediklerini makalesinden bir paragrafı birlikte okuyorlar: "Bu kadar narin bir kızcağız, koskoca Amerikan ordusunun bile 'Gücünü aşar' dediği Irak'taki sivil kayıpların dökümünü çıkarmak işinin altından nasıl tek başına kalktı? Ne anlamak mümkün, ne de inanmak." Son söz yine "The Independent"tan. Bu kez başyazıdan: "Marla Ruzicka'nın bize bıraktığı miras, başta ABD ve İngiltere'dekiler olmak üzere dünyanın tüm politikacılarını utandırmalı..."
|
|
|
|
|
|
|
|
|