| |
|
|
'Çay dediğin piyade adımlarla içilir evlat!..'
On yıllar önce ilk kez gitmiştim Doğubayazıt'a. Her biri orada doğup büyümüş, sonra üniversite icabı İstanbul'a konuk olmuş bir grup arkadaşım öyle bir reklamını yapmıştı ki oranın, gitmek, görmek, fotoğraflarını çekip hakkında yazılar yazmak farz olmuştu adeta. Erzurum-Ağrı üzerinden, hem de bir TIR kamyonunun şoför mahallinde ulaşmıştım oraya.
Arı gibi Tüm Anadolu'da beter bela bir kış vardı o yıl. Hele ki bu bölgelerde; tipi, kar, kapalı yol, gidilemeyen köykasaba haberlerinden geçilmiyordu. Şükür ki bu yol İran yoluydu ve arı gibi çalışıp hep açık tutuyordu bu uzun güzergahı Karayolları. Saatler sonra üşümekten bayat ekmek gibi olmuş hallerde indim ve bir kahvehaneye girip çözülmeyi bekledim. Sonra ahalinin halime biraz da bıyık altı gülerek baktığı sokaklarda şaşkın şaşkın yürüyüp, karıştım kalabalığına kentin. Yüceler yücesi Ağrı Dağı'nın eteklerinde yüzlerce kare fotoğraf çekip, bir dolu arkadaş biriktirdim tez zamanda.
Doğu adamı Sonra İstanbul'dan, hani o demincek söz ettiğim arkadaşlardan birinin, Nihat kardeşin verdiği adrese, Dağlarağası Eczanesi'ne gittim. Yerini bulmak kolaydı, çünkü oraların yegane eczanesiydi. "Nihat'ın babasını, eczacıdır" diye düşünmüştüm ama değilmiş. Eczacı değilmiş ama, sahibiymiş oranın meğer. İlk anda gördüğüm boylu boslu, ileri yaşına karşın yakışıklı, bakımlı, vakur, tok sesli bir Doğu adamıydı.
Konuksun diye Kırtlama dedikleri usulle içiyordu çayı. Ben telaşla yudumlayıp bardağın dibini çarçabuk getirdikçe o gülümsüyor, "Ağır içeceksin ki tadı çıksın. Çay dediğin piyade adımıyla içilir evlat" diyordu. Bir süre sonra kalfa olarak çalışan bir genci yanıma katıp, misafir kalacağım bahçeli eve gönderdi beni. Yolda muhabbet kurduğum o genç kalfa imrenmiş gibi konuşuyordu; " Beyimiz seni sevdi. Sevmese hayatta uzun konuşmazdı. Konuksun diye çay ısmarlardı ama kendi içmezdi."
Paylaşmayı bilen Sonra daha bir dolu şey öğrendim Ali Rıza Eryılmaz'la ilgili. Töreye yöreye göre beylerin de beyiymiş o. Mert, yürekli, adaletli, merhametli bir büyüğüymüş oraların. Sivili-resmisi, köylüsü-kentlisi, Doğulusu-Ankaralısı çok sever sayarmış onu. Aşiretler arası sorunlar çıksa, arazilerde, iş yerlerinde, dağda bayırda bir meseleler olsa sonunda gelip ona başvururlar, o da sulh olsun, kavga dövüş tatsızlık uzamasın diye gereken öğütleri verirmiş. Aileden varlıklıymışlar ve başta fakir fukaralar olmak üzere herkesle paylaşırmış neyi var neyi yoksa.
O küçük fotoğraf Yol üstünde bir de otobüs yazıhanesi gördüm yürür ayak. Sordum; "Bak bunun tabelası da Dağlarağası?" dedim. Kalfa dedi ki; " Beyimizin ailesine aittir bu firma da. Gel içeride de bir çay içelim." Girdik, selamladık, oturduk dertleştik oradakilerle de. Duvarda küçük bir fotoğraf vardı. Ben daha 4 yaşındaymışım o çekildiğinde. 1958 yazıyordu çünkü altında. Son model bir otobüs. Tekerlekleri, nikelajları pırıl pırıl parlıyor, tam önünde Ali Rıza amca heybetle, gururla duruyor. Ne ettim ettim aldım o fotoğraftan bir kopya da ben. Doğubayazıt'a son gidişimde yine uğradım oralara. Ne yazık ki çoktan Hak'ka yürümüş, rahmetli olmuştu Rıza Bey. Ama az ötede, haber sayfalarında gördüğünüz gibi yetiştirdiği aslan parçası evlatlarından biri, Ertuğrul Eryılmaz, yani bey babasının adını kendisininkiyle omuz omuza yaşatacak harika bir okul yaptırıyordu. Yine onun adına kurulmuş bir misafirhanenin bir duvarını o bahsettiğim, kopyasını sakladığım fotoğrafla bezemişlerdi. Baktım, baktım, duygulandım. Sonra da içimden fısıldadım; Ruhun şad ola ey koca Dağlarağası.
|