|
|
|
|
|
Nazlı Ilıcak Ateş Hattı'nda
|
|
Ateş Hattı'nın bu haftaki özel konuğu gazeteci yazar Nazlı Ilıcak "Ben başbakanla her zaman görüşürüm" dedi.
İktidarla basın ilişkilerinde hastalık ne?
Başbakan kendisine gazetecilik dışında taleplerle gelen 'gazeteciler'den söz etti ortalık karıştı. Ben de bu konuyu Ateş Hattı'nda masaya yatırıp, tarafsız bir ortamda konuşalım istedim.
Başbakan bir söz söyledi... Bizim necip Türk Basını'nın gündemini baştan aşağı değiştirdi... Dediği de şu: Bazıları benden gazeteci gibi randevu istiyorlar... Sonra başka işlerini halletmeye uğraşıyorlar... Efendim kimmiş bunu yapan... Açıkla açıkla nidaları... Şu adamın ismini bir bulsa necip Türk medyası, şükür bütün günahlarından arınacak... Hep beraber medya hainini bulup linç edeceğiz... Okurlarımıza ve izleyicilerimize de gururla sunacağız... Bu Nazlı Ilıcak enteresan kadındır... Ne zaman böyle bir tartışma olsa, ya içine kendi girer, ya da birileri onun adını mutlaka olayın içine sokar... Nasıl oldu tam anlamadım ama yine öyle oldu... Ben de ATEŞ HATTI'na onu konuk aldım... Bugün Mansur kendi deyimiyle serbest... Gitar çalıyor... Onun yerinde Nazlı Ilıcak var... Türkiye'ye yine resital veriyor...
REHA MUHTAR: Şimdi konumuz bugün Başbakan ve başbakanlar ile gazeteciler arasındaki ilişkiler ya da gazetecilik kisvesi altında başka işler yapanların ilişkileri... Geçtiğimiz günlerde Başbakan'ın bir demeci oldu... Ve kamuoyunun gündemine bir kez daha siz oturdunuz Nazlı Hanım. Gazetecilik dışında başka taleplerde bulunan gazeteciler olduğunu söyledi Başbakan ben bir daha onlarla görüşmeyeceğim dedi. arada basın danışmanının açıklamaları oldu bu arada siz de Başbakan'dan görüşme istediniz.
NAZLI ILICAK: Benim Başbakan'dan hiçbir görüş ve talebim yoktu. Oktay Ekşi'nin talebi cevaplandırılmayınca ve Oktay Ekşi talebini geri çekince bunu da örnek göstererek: Bunlar her zaman bunu yapıyorlar. Başbakan'ın önünde Çin seddi gibi duvar örüyorlar. dedim. Bu herkesin yazdığı, Başbakan'ın çevresine Çin seddi örüyorlar tartışmasıydı. Fakat daha sonra Ömer Çelik Fatih Altaylı'yı Başbakan'a randevu almak suretiyle götürüyor ve artık ben bunun arka planında birşey var mı, yok mu yani Ömer Çelik'ten kaynaklanan bir tertip var mı, yok mu bilmiyorum. Başbakan genel bir konuşma yapıyor. Buna mukabil Ömer Çelik, Başbakan'ın sözlerinin benimle ilgili olduğu izlenimini yaratıyor fakat daha sonra...
İZLENİMİ KİM YARATTI MUHTAR: Ömer Çelik mi yaratıyor bu izlenimi?.. ILICAK: Ben öyle düşündüm. Çünkü oradan kaynaklandı. Fatih Altaylı'nın yazısını okuyunca ben de üzerime alındım. Kaldı ki daha sonra Başbakan Hasan Celal Güzel'le özel bir görüşme sırasında bundan dolayı üzüntü duyduğunu, hiçbir zaman beni kastetmediğini söylemiş. Çünkü ben her istediğim vakit randevu alıyorum. Ben bunu kendimle ilgili olarak söylemedim. Ama mesela koskoca basın patronları var. Medya kuruluşlarının sahipleri onları biraraya getiren bir işverenler birliği var. Onların bir talebi bir aydır karşılanmıyor. Acaba Başbakan bundan haberdar mı değil mi, ne şekilde iletiliyor? Bir basın danışmanının ve onun çevresindeki insanların görevi medyayla başbakanın ilişkilerini sıcak tutmak. Diyelim ki medyada çıkan haberleri yanlış buluyorsunuz. Bazı medya mensuplarının davranışlarını kusurlu buluyorsunuz ama medyayla kavga etmeyeceksiniz. Medyayla ilişkilerinizi sıcak tutacaksınız. Çünkü siz bir siyasetçi olarak bir görev yapıyorsanız medya da bunu dışarıya yansıtarak; bir anlamda sizin propagandanızı yapıyor. Yanlış bir şey çıktıysa da açıklarsınız... Aramızda birkaç peşin hükümlü olabilir ama herkes peşin hükümlü değildir.
MUHTAR: Peki bir komplodan söz ettiniz?.. Ömer Çelik bir gazeteciyi Başbakan'a götürerek, ona birşeyler söylemiş olduğu izlenimi yarattı... ILICAK: Benim kulağıma gelene göre, Fatih Altaylı'ya o randevuyu sağlayan Ömer Çelik. Acaba Ömer Çelik Altaylı'yı Başbakan'a götürürken bu şekilde enforme edip, hani bana bir ders vermek, gözdağı vermek amacında mıydı, bu soru işareti zihnimi kurcalıyor...
BİRÇOK KİŞİYE YAPILIYOR MUHTAR: Ömer Çelik size karşı niye böyle birşey yapar?.. ILICAK: Yazımda onu eleştirdiğim için. Bizim Ömer Çelik'le bir dostluğumuz var. Ben milletvekiliyken Ömer Çelik benim arkadaşımdı. Biz Ankara'da akşamları çıkıyorduk, yemek yiyorduk, sohbet ediyorduk. Ondan sonraki dönemde arıyorum; yani dost olarak arıyorum. Geri dönmüyor. Beş gün sonra dönüyor veya bir ay sonra dönüyor. Kaldı ki bunu bana değil, birçok kişiye yapıyor.
MUHTAR: Sonuçta Başbakan'ın gazeteci ya da gazeteci kisvesi altındaki kişiler dediği kişilerden gazetecilik dışı talepler iddiası var. Sizin böyle bir talebiniz oldu mu? ILICAK: Benim böyle bir talebim olmadı. Zaten ben böyle bir talebim karşılanmadığı için bunu yazmadım ki. Ben Başbakana her istediğim vakit ulaşıyorum. Hem zaten onlar benim üstümü çizemezler. Yani diyemezler ki 'Nazlı Ilıcak tehlikelidir Tayyip Bey görüşmeyin.' Tayyip Bey de onları dinleyerek 'Aman Nazlı Ilıcak çok tehlikeli ben görüşmeyeyim' demez zaten. MUHTAR: Peki ne diyorsunuz Başbakan'ın bu çıkışına?.. BARLAS: Şu anda AK Parti iktidarının basınla ilişkileri hastalıklı. Geçmişte de gördük. Askeri dönemden sonra Kenan Evren cumhurbaşkanı oldu, Ali Baransel vardı. Ali Baransel vasıtasıyla herkes Kenan Evren'e ulaşması gerekiyorsa ulaşıyordu. Özal dönemini hatırlıyorum Can Pulak vardı. Yani gazete patronu da, muhabir de, yazar da Can Pulak'ı bulurdu ve mutlaka o mesaj Özal'a ulaşırdı. Evet ya da hayır cevabı alınırdı. Genel istisnai olarak Demirel'in evinin numarası bütün gazetecilerde vardı halen daha vardır. Ve ben numarayı şimdi çevireyim karşıma Demirel çıkar; nasılsınız Sayın Demirel derim, iyiyim der. Yani bu diyalog olmadan basınla siyasetçi yürütemez. Oysa AK Parti sanki öyle bir havadaki, Sayın Tayyip Erdoğan'ın açıklamalarında da böyle. Yani benim kimseye borcum yok, medya da gelip başıma musallat olmasın. İş takibi için gelmesin. İşadamları için de, eğer işlerini anlatacaklarsa seyahate gelmesinler diyor. Siyasetle medya birbirini tamamlar, birbirinin rakibi değildir. AK Parti ya bunun farkında değil, ya unuttu ya da çok hızlı başarılar sağladığı için basına ihtiyacı yok sanıyor. Oysa basın gariptir... Yani Tayyip Erdoğan ve AK Parti bunu bilmeli. Basınla kavga ederek iktidar olunmaz, icraat yapılmaz.
EMRE AKÖZ: Bir fıkra anlatayım. Biliyorsunuz bakan o kadar illallah demiş ki gazetecilerden... Bir gün çağırmış onları, gölün üstünde yürüyerek gölün karşı tarafına geçmiş... Ertesi gün gazeteleri açmış bir de ne görsün. Gazeteler yazıyor, "Bakan bey yüzme bilmiyor..." Yani olaya öyle de bakılabilir, böyle de bakılabilir. Eğer Başbakan gererse, o zaman kızar, sinirlenir, rahatsız olur, üzülür insanlar. O zaman objektif değerlendirme yapmazlar. O da hükümet aleyhine olur.
28 ŞUBAT'IN İNTİKAMI MI?.. BARLAS: Bütün kurumlar insanlardan bireylerden oluşurlar. Tayyip Erdoğan'a özgürlük diye, pek çok insan mücadele verdi. Basında pek çok insan. 28 Şubat rüzgarı vardı... 28 Şubat rüzgarında merkez medyası Erdoğan, Necmettin Erbakan ve onun haklarını savunan herkesi aynı başlıklarla aynı yorumlarla susturdu. Bu dönemi eğer sürdürürsen...
ÖZGENTÜRK: Hemen kapanmadı o dönem seçimlere kadar devam etti. BARLAS: O zaman Tayyip Erdoğan 28 Şubat'ı sürdürmek mi istiyor?..
AKÖZ: O dönem geride kaldı onları kapatması gerekiyor. ILICAK: Ben Mehmet'le aynı çizgide değilim. Benim kanaatime göre o 28 Şubat'ın öcünü almaya çalışmıyor. O diyor ki, benim medyaya ihtiyacım yok. Ben iktidarı medyayla paylaşmak zorunda değilim. Onun propagandasına da ihtiyacım yok. Yoksa bunlar bana kötülük yaptı ben de bunların çanına ot tıkayayım diye düşünmüyor. MUHTAR: Şimdi Emre ve Nebil... Sizler baştan itibaren Recep Tayyip Erdoğan'a Nazlı Ilıcak veya Mehmet Barlas kadar yakın durmadınız... Size sorayım... Demokrat Parti döneminde önce basınla ilişkiler iyiydi, sonra kötü olmaya başladı... Bülent Ecevit zamanında de bu oldu, Süleyman Demirel ve Milliyetçi Cephe hükümeti zamanında da... Turgut Özal'ın ilk dönemleri 87'ye kadar 87'den sonraki dönemi hep basınla ilişkiler açısından iyi ve kötü diye ikiye ayrılır... Sizce böyle bir süreç mi başladı?
'MANŞETLERİ GÖRÜYORUM' AKÖZ: Bence başladı. Tek parti iktidarında kronik muhalifler haricinde basın duruyor ve iktidarı izlemeye başlıyor. İcraatın bir ortaya çıkması gerekiyor. O süre geçti. Yani 17 Aralık'a kadar çok güzel bir şekilde geçti. Çok memnunduk yani. Sonra durdular. Durmaları eleştirildiğinde de bize vurmaya başladılar.
BARLAS: Yıllardır ilk defa tek başlarına iktidar oldular, Anayasa'yı değiştirecek çoğunlukları vardı, ürküntülerinden hâlâ başörtüsü sorununu çözemediler. Yani hep şunu söylüyorum. Başörtü sorununu çözmek üzere iktidara geldiler. Başı örtülüler kocaları iktidardaysa Cemal Reşit Rey'de düğün yapabiliyorlar ama başı örtülüler üniversiteye gidemiyor. Şimdi bak ellerinde Anayasa'yı değiştirecek çoğunlukları vardı, Anayasa'yı değiştirip başörtü sorununu halledebilirlerdi. Edemediler.
ILICAK: Başörtü sorunundan önce Tayyip Erdoğan bence İmam Hatip meselesini halletmek istiyor ve seçimlerden önce de bu adımı atacağına şahsen inanıyorum; fakat unutmayalım ki Türkiye'de bir derin devlet var ve bu derin devleti de medya besliyor. Bugün sen böyle düşünebilirsin ama o, o konuda bir adım attığında ben büyük gazetelerin manşetlerini şimdiden görüyorum onu da söyleyeyim.
BARLAS: Basından ürküyorsa basına saygılı olsun, basından ürkmüyorsa yapması gerekeni yapsın. RM: Teşekkür ederiz...
|
|
|
|
|
|
|
|
|