|
|
|
|
|
|
Son gavurun izini sürdü
Gazeteci Mehmet Faraç 1947 yılında Urfa'da öldürülen 7 Yahudi'nin öyküsünü kaleme aldı.
Son Gavur kitabında bir gecede çoluk çocuk vahşice katledilen 7 kişinin dosyası tozlu raflardan gün ışığına çıkıyor. Faraç, dünyada büyük tepkiye yol açarak Türkiye'nin başını ağrıtan zor günleri, polisiye bir roman tadında belgelerle anlatıyor.
7 Yahudi'nin 58 yıl meçhul kalan katledilme öyküsü
Mehmet Faraç 1947'de öldürülen 7 Yahudi'nin izini sürüyor. "Son Gavur" kitabı dünyanın büyük tepkisine yol açarak Türkiye'yi sıkıntıya sokan süreci anlatıyor.
Anadolu Ateşi'nin ağır konuğu anons edildiğinde elimdeki kitaba ara veriyorum. İbrahim Tatlıses memleketi Urfa'nın "Ayağında Kundura"sı televizyon ekranlarından Türkiye'ye yayılırken yeniden kitaba dönüyorum. Gazeteci Mehmet Faraç, "Son Gavur" kitabıyla beni 58 yıl öncesinin Urfa'sına götürüyor. 30 Ocak 1947'ye... 7 bin yıllık kent sele teslim olmuş. Şimşeklerin gürültüsüne bir evden gelen müzik ve nağme sesleri karışıyor. Çakeri Mahallesi'nde ünlü sıra gecelerinden birindeyiz. Çiğköfte yenmiş sıra tatlıda. Çalgıcılar türküden türküye geçiyor; eşlik edenler de neşenin doruğunda... Müslüman ve Yahudiler'den oluşan 20 kişilik bir topluluk türkülerin coşkusunda harman olmuş... İbrahim Tatlıses de bir ağıta başlıyor. Dinleyiciler, jüri, TV başındakiler ağlıyor. Sanki 58 yıl önceki Urfa'daki yaşananlara ağıt yakılıyor. Yahudi kızı Nazlı, ağabeyinin evinin kapısını aralayıp bağırıyor: "Mazel!.. Kız Mazel!.." Her zaman çocuk seslerinin yükseldiği ev sessizliğe bürünmüş. Kapıyı açmasıyla donup kalıyor. Yakup kanlar içinde... Çığlık boğazında düğümleniyor, diğer odalara bakamadan sokağa fırlayıp anne ve babasını haberdar ediyor. İshak'ın 65 yaşındaki kayınvalidesi Semha ile 17 yaşındaki oğlu Yakup (Yakov) kanlar içindeydi. Boğazları kesilmişti. Güneye bakan soldaki odaya girdiğinde oğlu 42 yaşındaki İshak ile 40 yaşındaki 6 aylık hamile gelini Mazel de öldürülmüştü. İshak'ın ayak ucunda yatan oğlu 15 yaşındaki Yusuf (Yosef), kızları 8 yaşındaki İster (Ester) ve 6 yaşındaki Raşel'in cansız bedenleri de kanlar içindeydi. Olay 36 bin nüfuslu Urfa'da kısa sürede duyuldu. Kim, niye, neden? soruları arka arkaya geldi. O zamanlar kapıların kilitlenmediği, kimsenin gizlisi saklısı olmadığı dönemlerdi... Yahudisi, Ermenisi, Süryanisi, Müslümanı kendi bölgelerinde yaşardı. Bir arada aynı mahallelerde oturulduğu da olurdu. (Babam 1950'lerin Diyarbakır'ında yıllarca farklı dinden insanlarla bir arada yaşadıklarını anlatırdı) Ancak çarşı, pazar ve eğlencede daha çok birarada olunurdu. Güneydoğu'da onlara "komşu" derlerdi. Yahudiler cumartesi günü paraya el sürmezdi, ateşe el sürmezlerdi. Komşularını çağırır gaz lambalarını yaktırırlardı!.. Daha çok ticaretle uğraşırlardı. Adliyenin tozlu raflarında 58 yıl bekleyen "faili meçhul" dosyasını aralayan Mehmet Faraç'ın titiz bir araştırmayla hazırladığı kitabından izlemeyi sürdürüyoruz. O gün Urfa'da herkes ayaktaydı. Şorkaya ailesinden 7 kişinin öldürülmesi kentte buz gibi bir hava estirmişti. Cinayet kadar işleniş tarzı da halkı şaşkına çevirmişti. Burun ve kulaklar kesilmiş, gözler oyulmuştu. İki çocuk hariç şehadet parmakları da kesikti. Dedikodular tüm kente yayılırken, polis Çakeri Mahallesi ve çevresindeki yerleşim birimlerinde büyük bir operasyon başlattı. Yahudiler ve Müslümanların evleri didik didik arandı. Yüzlerce eve operasyon düzenlendi, çok sayıda insan gözaltına alındı. Kuşkular Yahudi cemaatinin üstünde yoğunlaşmaya başladı. Nedenini 4 şubat 1947 tarihli yerel Akgün gazetesinden okuyalım: "Yahudi mahallesinde vaktiyle bir oğulları Müslüman olmuş bir Yahudi ailesinin 7 nüfuslu efradı ailesi evinde parçalanmış bir halde bulundu. Yapılan soruşturma neticesi bu Yahudi ailesinin büyük oğullarının Müslümanlığı kabul etmiş olduğu ve halen askerde bulunduğu anlaşılmıştır. Bu Yahudi ailesinin Yahudilikle olan dini bağlarının da gün geçtikçe çözülmekte olduğu ve hatta cumartesi günü dükkan açan ve alışveriş eden bu Türkleşmiş ailenin gerek mücevharat ve gerekse paralarına el uzatılmadığına bakılırsa bu kuvvetli bir ihtimalle dini bir hadise olduğu tahmin ediliyor." Cemaatin ileri gelen saygın adamları gözaltına alındı. Falakadan geçirildi, işkence yapıldı. Ancak bir türlü sonuç çıkmadı. Vali Kamuran Çuhruk, Emniyet Müdürü Nafiz Bey'i çağırdı sonuç istedi. Çünkü Ankara'da sonuç istiyordu. Dünyadan da tepkiler yükseliyordu. 7 kişinin öldürülmesi Türkiye'de yüzlerce Yahudi'nin katledildiği şeklinde yansıyordu. Dünya Yahudi Kongresi (WJC) Türkiye'nin Washington Büyükleçiliği'ne başvurarak konunun araştırılmasını istedi. Elçilik, olayı yalanlayan bir açıklama yaparak eylemin sıradan bir cinayet olduğunu duyurmuştu. Ancak yabancıların tepkisi azalmıyordu... Bu arada kentteki kopuş da hızlanmıştı. Yahudiler korkudan evlerinden çıkamıyor, dükkanlarını bile açamıyordu. Perişan durumdaydılar... Müslümanlar ise olayın iç hesaplaşma olduğunu ileri sürerek, "Din değiştiren aileyi" katlederek kendilerinin töhmet altında bırakılmak istendiğini savunuyordu... Gözaltına alınan Yahudiler günler süren sorgunun ardından mahkemeye sevk edildiler. Polise göre zanlılar suçlarını itiraf etmişlerdi. 1889 doğumlu Azzur Bilgin, 1889 doğumlu Yusuf Hamuz, 1884 doğumlu Davut Hıdır Yeşil, 1881 doğumlu Azzur Bozo ve 1890 doğumlu Nesim Binler birden fazla kişiyi planlayarak öldürmek suçundan tutuklandılar.
MÜFTÜ'DEN GÖRÜŞ ALINDI Mahkeme, Şorkaya ailesinin Müslüman olduğu için öldürdüğü iddiasından yola çıkarak Müftü Hasan Efendi'den bir rapor istedi. Müftü Tevrat'ı inceledi. 162. 163. ve 164. sayfalarında Tesniye faslının 13. babının 6. ayetinden 18. ayetine kadar olan bölümü kaynak göstermişti. Burada; "Her kim dinini değiştirir ise onu mutlak katl ve taşlarla recm edeceksin" deniliyordu. Yöre halkı Müftü'nün bu açıklamasıyla Urfalılar'ın zan altında kalmaktan kurtulduğunu düşünüyordu. Ve bu yüzden Yahudi cemaatine yönelik öfke de artıyordu. Ancak yüzyıllarca birlikte yaşadıkları komşularına sahip çıkmayı da unutmamışlardı. Katliam sanıkları Nesim Binler ile Azzur Bozo 25 Nisan 1947'de salıverildi. Diğer sanıkların dosyası ise kamu güvenliği açısından 4 Haziran 1947'de Malatya'ya aktarıldı. İddiaya göre sanıklar Urfa'daki Yahudi aleyhtarı ortamdan yakınarak davanın başka bir kente naklini istemişlerdi. Tam da o sıralar Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1947'de Filistin topraklarının Araplarla Yahudiler arasında paylaştırılmasına ilişkin bir karar aldı. 9 Nisan 1948'de Kudüs yakınlarındaki Deir Yasin köyüne yapılan baskında 245 kişi öldü. Yahudi İrgun militanları bu katliamdan sorumlu tutuldu. 14 Mayıs 1948'de İsrail devleti ilan edildi. Bu gelişmelerin ışığında Urfa'daki katliamla ilgili açılan dava, 1 Eylül 1948'de Malatya Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmeye başlandı... Yahudi tanıklar ısrarla, ailenin din değiştirmediğini söylüyordu. Müslümanlar ise, ailenin din değiştirdiğine tanık oldukları olaylarla anlatıyordu. Ancak Şorkaya ailesine konuk olan adamlar esrarını koruyordu.
Fikret Eser
|
|
|
|
|
|
|
|
|