Ekranın Aykırı Çocuğu
Metin Uca haberler üzerine öyküler yazdı... Onu ilk kez bir koyun sürüsünün arasında gördüğümü anımsıyorum! Elinde mikrofon, koyunların melemelerine aldırmadan bir şeyler anlatıyordu.
Televizyonun Houdinisi!...
Onu ilk kez bir koyun sürüsünün arasında gördüğümü anımsıyorum! Elinde mikrofon, koyunların melemelerine aldırmadan bir şeyler anlatıyordu. Toplumu "sürü"ye dönüştüren medyada oyunu kurallarına göre ustaca oynuyor, izah eden mizah anlayışıyla haber yapıyordu. Onu izlemek için sabahın erken vaktinde kalkıp televizyonun karşısına bile geçtim kaç kez!.. Tek kişilik oyununu sahnelediği Akatlar Kültür Merkezi'nde bir gösteri sonrasında tanıştırıldık, ortak arkadaşımız Aysim Altay tarafından. Benim can dostlarımdan biri oldu; saatler süren sohbetler, tartışmalar ve Edirne'den Amsterdam'a kadar uzanan geziler yaptık. Ben, haberlere bambaşka bir pencereden bakmayı öğrendim sevgili kardeşimin yanında. Bizleri, "ortaya karışık" kebap olmaya değil, "uca" çağırdı sürekli. Eğer, haksızlığa uğrayanın, emeği çalınanın, şiddete maruz kalanın yanındaysanız ve yaşamınızda yağdanlığa yer yoksa, onu siz de seviyorsunuzdur; "Metin Uca" derler, kardeşimin adına!..
ANNE FRANK'IN EVİNDE 1 Ağustos 2002'de, Amsterdam'daydık... Bu kente her gelişimde mutlaka ziyaret ettiğim bir yer vardır; Anne Frank'ın Evi... Okuyanlarınız bilir; Anne Frank, II. Dünya Savaşı başladığında, ailesiyle birlikte bir evin arka odalarında Naziler'den gizlenmeye çalışan bir Yahudi kızdır. 13 yaşında girdiği bu gizli bölmede 15 yaşında yakalanır ve çok korktuğu toplama kamplarından birinde öldürülür. Yaklaşık iki yıl süren bu bekleyiş sırasında, yaşanılan tüm olayları "Kitty" adını verdiği günlüğe yazar. Pembe kaplı günlük, Naziler'in eve baskın düzenlemesinin ardından, dostları Bayan Miep tarafından bulunur. Savaş sonrasında yayınlanan "Anne Frank'ın Hatıra Defteri" dünyada en çok okunan kitaplar arasında yer alır. Anne Frank'ın müze yapılan evinde gezinmek, yakalanma korkusuyla yaşanılan odaların havasını solumak her zaman etkilemiştir beni. İşte, o gün de, Metin Uca'yı götürdüm Anne Frank'ın evine. İçeriye girdiğimizde Metin de, ben de boğazımızda düğümlenen birer yumrukla gezindik odaları... Kitabı her ikimiz de okuduğumuz ve evde neler yaşandığını çok iyi bildiğimiz için, attığımız her adımın hakkını vere vere dolaşıyorduk. Daracık koridorlarda, küçük odalarda akıp giden bir insan selinin içindeydik... Ama, herkes pencerelere koştu birden!.. Evin giriş kapısının açıldığı kanaldan müzik sesi geliyordu!.. O gün, dünyanın dört bir yanından gelen on binlerce "Gay" Amsterdam'da toplanmıştı. Kanalın iki yanında sıralanan insanlar, ellerinde rengarenk bayraklarla, teknelere doluşan gay'lerin geçiş törenini bekliyordu... Anne Frank'ın Evi'ni gezmeye gelen tüm ziyaretçiler, pencere önlerinde birbirinin üstüne Bremen Mızıkacıları gibi çıkmış, erotik bir geçiş töreni izliyorlardı!.. İnsanlar Anne Frank'a, savaşa, faşizme bir anda sırt çevirmiş, şişme göğüslerini ve erkeklik organlarını açıkça sergileyen insanlara gülüyordu hem de Anne Frank'ın iki yıl boyunca bir kez olsun yaklaşamadığı, perdesini değil açmak, kımıldatamadığı pencerelerden!.. İnsanlığın en büyük yüzkarası olan toplama kampları da, nice canın diri diri yakıldığı fırınlar da unutulmuştu çoktan!.. Üstelik, o kamplardaki kimi esirlerin göğüslerine takılan pembe yıldız, onu taşıyanın homoseksüel olduğunu gösteriyordu. Metin Uca'nın o an söylediği şu sözleri unutamıyorum: "Sunay, insanları yaşamın gerçeğinden koparan bu pencerelerden artık her evde var. Onlara 'televizyon' diyorlar!.." Can Yücel, gazete sayfasında okuduğu ya da televizyonda gördüğü bir haberden etkilenip şiirler yazmıştır. Metin Uca da, yıllardır anlattığı haberler arasında kendisini en çok etkileyenler üzerine öyküler yazdı. Kitabın adı da tam bir Metin Uca klasiği, "Her Tuzluğum Var Diyene Hıyarla Yetişemedim". Kitabın önsözünü gerçek bir gazeteci olan Bekir Coşkun yazmış: "Ülkemiz, tarihinin en zor günlerini yaşıyor. Laik, cumhuriyetçi, demokrat insanlarımızın içi kan ağlıyor bu günlerde. Çünkü yine yalnız kaldılar. Ses yok. Medya yine sustu. Ünlü, anlı şanlı yazarlar, gazeteciler, medya patronları, televizyonlar, radyolar, gazeteler, pıstılar. İşte Metin Uca'nın kitabı bu günlere denk geliyor. Gelecekte, bu kitabın kitaplıkların en eski kitabı olacağından eminim." Ünlü sihirbaz Houdini'nin hayatı, içine girdiği para kasalarını açmakla geçmiştir. Öyle ki, iç içe koydurttuğu şifreli üç para kasasını da açıp, dışarı çıkardı Houdini... Yıllar sonra sorarlar sihirbaza: "Para kasalarını nasıl açıyordunuz?" Nefis bir yanıt verir Houdini: "Çok basitti dostum. Unutma ki tüm kasalar dışarıdan açılmamak için yapılır. Ben hep içerideydim!.."
BEYNE AÇILAN PENCERE Metin Uca'nın haberleri, televizyon programları kirli havayla doldurulmak istenen beyinlerimize açılan birer penceredir. O, kuralları konmuş ve silahı belirlenmiş bu düelloyu insanlık adına oynar... Bağırmaz, çağırmaz, öfkesine yenik düşmez... Bir Nasrettin Hoca üslubuyla ters biner televizyon programına; parayı verenin çaldığı düdük olmaz, "Parayı veren düdüğü çalar" sözünü söyleme cesaretinin adı olur! Büyük bir tat alarak, gülerek ve en önemlisi (ve de en zor olanı) gülerken düşünerek okuyacağınız kitabı Sayın Cumhurbaşkanı'na ithaf etmiş Metin Uca... Diyor ki ithaf yazısında, "Türkiye'nin yüz akı; zor, sancılı dönemimizin tek devlet adamı, Sayın Ahmet Necdet Sezer'e". Metin Uca'nın bu düşüncelerine ben de yürekten katılıyorum.
Sunay Akın
|