Nasıl çocuk yetiştirmeliyiz?
Dünyadaki en zor iş anne ve babalık olsa gerek. Öyle ya diğer işleri yaparken değiştirme, vazgeçme, emekli olma gibi haklarımız vardır. Oysa anne babalıktan vazgeçemeyiz. Beğenmediğimiz çocuğu değiştiremeyiz ve emekli olamayız. Ve en önemlisi emek verdiğimiz iş bir insan ve yanlışlarımızın sonuçlarını bizden çok yetiştirdiğimiz çocuk ve yaşadığı toplum çekecektir. Bu denli zor olmasına karşın eğitim almadan, sınava girmeden, denenmeden bize verilen nadir işlerden biri aynı zamanda. Yaparken öğrenmemiz ve en iyisini yapmamız gereken bir süreç.
BİZE GÜVENMEK İSTERLER Bir gazete yazısında "Nasıl çocuk yetiştirmeliyiz?" sorusunun yanıtını tümüyle vermek olası değil. Ama bazı önemli şeyleri hatırlayabiliriz. Öncelikle unutmayın ki genellikle bebekler onlar istedikleri için değil, biz istediğimiz için dünyaya gelirler. Yani biz, bir çocuk bakacak ve büyütecek yeterlilikte olduğumuza inandığımız için onları isteriz, ya da en azından doğrusu budur. Bu nedenle, bizim işlerimizin çok olması, zamanımızın az olması, yorgun olmamız gibi etkenler bize, onlara ayıracağımız zamanları kısıtlama hakkı vermez. Onlara zaman ayırmak, üstelik ayırdığımız zamanı onların gereksinim duydukları ve istedikleri şekilde kullanmak zorundayız. Ayıramadığımız zaman yerine koyduğumuzu sandığımız hiçbir şey onu mutlu etmeyeceği gibi, fazla, gereksiz ve uygun olmayan yaşlarda alınanlar onu doyumsuz ve mutsuz bir çocuk yapacaktır. Çocuklarımız doğdukları andan itibaren bize güvenmek isterler. Çünkü biz onların yaşamındaki en güvenilir kişiler olmalıyız. Eğer onlar adına verdiğimiz kararlarda, isteklerde tereddütlüysek, telaşlıysak, kaygılıysak onlar da öyle olacaktır. Onlarla her zaman net ve kararlı konuşmalıyız. Örnek olarak; "Yatman gerekli", "Bu programı seyretmemelisin" gibi isteklerimizi "İyi olur, ama ben aksine ikna olabilirim" ifadesi ve ses tonuyla değil, "Gerekli ve yapmalısın" şeklinde söylediğimizde çocuk rahatlayacak ve yapacaktır. Aksi durumda aramızda gereksiz çatışmalar çıkacak, her iki taraf da üzülecektir. Onlar bizim çocuklarımız, elbette ki onların en iyi olmalarını, en iyiyi yapmalarını isteriz. Ama bu arzu bize, onları bizim isteklerimizi, hayallerimizi gerçekleştirmeleri için zorlama hakkını vermez. Onları oldukları gibi kabullenip, sorunları çözmek için birlikte mücadele etmek; yeteneklerini olumluya çevirmek için zorlama yerine yol göstermek, bizi iyi anne-baba yapacaktır. Çocuklarımızı çok seviyoruz tartışılmaz. Bu sevgiyi nasıl gösterdiğimiz önemli. Hiç olmaması kadar, sevginin ve ilginin fazlası da onu bağımlı, kendine yetmeyen bir çocuk yapabilir. Ayrıca onlara doğruyu, yanlışı; oluru, olmazı öğretmek zorundayız, hem de anne-baba olarak birlikte ve tek ses olarak. Onların sınırları, nerede duracaklarını öğrenmeye, durmadıklarında karşılaşacakları bedelin ne olacağını bilmeye hakları var. Bunları öğrenecekleri yer de aileleri olmalı. Aileleri olmazsa başka birileri öğretebilir ki, bu hem zarar hem de acı verici olabilir.
"İYİ AİLE ÇOCUĞU" En başta belirttiğim gibi, doğru çocuk yetiştirmeyi bir yazıda anlatmak zor. Ama geçen gün izlediğim tiyatro oyununu öneririm sizlere. Oyunun adı: "İyi Aile Çocuğu". Sayın Kandemir Konduk yazıp, yönetmiş. Aslında üç yanlış aile örneği verdiğini söylüyor yazar, ama farkında olmadan verdiği örnek sayısı beş olmuş. Çünkü oyunun başrolünde oynayan iki kişinin öykülerini dinlediğinizde, iki olumsuz aile örneği daha buluyorsunuz karşınızda, biri çocuğunu terk edip giden, diğeri 16 yaşındayken kendi eliyle "kötü yola" iten. Başrol deyince oyunculardan da bahsetmek gerekiyor. Ben sade bir seyirci olarak bu konuda konuşmaya ne kadar hakkım olduğunu bilmiyorum. Ama ailesini tanımadan büyümüş bir travestiyi canlandıran, oyun içinde oyun oynarken travestiden maço erkeğe saniyeler içinde dönüp, her iki kimlikte de, seyirciyi ikna eden Hayri, Cansu ya da asıl ismiyle Kayra Şenocak iyi bir tiyatro oyuncusu sanırım. Karşısında oynayan, hayalleriyle yaşayan Hayal'i ise Asuman Krause canlandırmış. Tiyatro uzmanları ne der bilmem ama manken olduğunu bilen, bilmeyen tüm izleyici onun Hayal olduğuna inandı. 16 yaşındayken ailesi tarafından bu yaşama itilmiş, Türkçe'si bozuk, orta okula kadar sürdürebildiği eğitimiyle övünen, okuyabilse avukat olmak isteyen 'assolist Hayal'. Oyunda ayrıca bir baskıcı, bir boşanmayı çocuktan da boşanma olarak algılayan, bir de maddi olanakları iyi olduğu için yeterli olduğunu sanan kötü aile örnekleri var. Oyunu izlerken, Grup Kabare'nin dansları bile alamıyor sizi, ben nasıl anne-babayım düşüncelerinden. Üstelik Cenk Taşkan'ın müzikleri düşüncelerinizi daha bir derinleştiriyor. Kandemir Konduk belli ki gözlemiş, izlemiş ve yazmış. Güzel olmuş, düşündürücü olmuş. Uzman olarak yanlışlar ve eksikler bulmadım değil tabi, bunun bir tiyatro oyunu olduğunu unutarak kimi kez. Sadece gözleyerek doğruları bu kadar yakalayabilen Kandemir Konduk'u tebrik ediyorum ve eksikleri baba olmamasının verdiği pratik yokluğuna bağlıyorum kızmazsa. Unutmadan, bir de oyun başlamadan, arada ve bittikten sonra, salonda, kuliste her yerde, herkes "Hilmi" den bahsediyordu. Her şey için o aranıp duruyordu. Öğrendim ki Hilmi Erdem'miş sözü geçen ve yardımcı yönetmenmiş. Tiyatro mutfağı cahili olarak karar verdim ki ya yardımcı yönetmen ya da Hilmi olmak önemli bir şey. Siz de izlemek, kendi yaptıklarınızı gözden geçirmek, yanlışlarınızı görmek istiyorsanız oyun devam ediyor. Hatta cesaretiniz varsa, anne baba olarak kendinize güveniyorsanız, ergenlik dönemindeki çocuklarınızla beraber gidin. Unutmayın anne babalık yaşam boyu devam eden bir eğitimdir
|