|
Pembe Panter'in babası ve güzel eşiyle bir saat
|
|
Onunla konuşacağım hiç aklıma gelmezdi. Edwards 82 yaşına gelmiş, hayli yaşlanmış ama zekasından ve espri yeteneğinden hiçbir şey kaybetmemişti.
Blake Edwards'ı görmüştüm: 1993 Cannes Şenliği'ne katılmış, babası ve yaratıcısı olduğu "Pembe Panter" serisini son bir filmle, "Pembe Panter'in Oğlu"yla bitireceğini dünya basınına ilan etmişti. Çoktan ölmüş olan Peter Sellers'in yerini bir başka "doğal palyaço", İtalyan komiği Roberto Benigni almış ama film başarılı olmamıştı. Ve o film 1922 doğumlu, demek ki bugün tam 82 yaşında olan yönetmenin tam 40 yıllık kariyerini kapatmıştı. Ama "Yüzyılın 100 Yönetmeni" kitabımda da yer verdiğim Blake Edwards'la yakından tanışıp konuşacağım hiç aklıma gelmezdi. Özellikle o artık emekliye ayrılmış, festivallere filan katılmayan bir yönetmen olduğu için... Ama MGM'in 80. yılı nedeniyle uluslararası basın için düzenlenen gecede, onun ilk ve asıl "Pembe Panter" filminin onarılmış bir kopyası gösterilip Edwards da eşi ünlü oyuncu Julie Andrews'le birlikte gelince, bu mümkün oldu. Sinema tutkunu bir yazar, hatta bir sinemasever için bunun ne önemli olduğunu anlayanlar anlar...
Edwards, 10 yıl öncesine kıyasla hayli yaşlanmıştı. Ama tüm zekası ve esprisi yerli yerindeydi. Kariyerinin ilk döneminde "Kızkardeşim Elen", "Donanmanın Melekleri", "Çılgınlar Kraliçesi", "Gül ve Şarap" gibi düzeyli filmler yapan, 1964'teki ilk "Pembe Panter"den sonra ise tam yedi filme ulaştırdığı bu diziyle anılan Edwards, bence başyapıtı olan ünlü "The Party- Tatlı Budala" filmini yine Sellers'le birlikte çekmişti. Sinemanın en verimli işbirliklerinden biriydi bu... Ama sanatçının ayrıca Sellers'siz de çok iyi filmleri vardı: "10", "Victor-Victoria", "İşte Hayat", "Günbatımı", "Bir Zamanlar Erkektim" gibi... Oldukça küçük bir basın temsilcisi gurubuyla yaptığı söyleşinin ilk sorusunu ben sordum: "Sizi hep Billy Wilder'in mirasçısı saydım. Onun yakıcı alayına, insanoğluna acı-tatlı bir bakış atan felsefesine sahipsiniz. Ne dersiniz?"
Edwards tevazuyla şöyle dedi: "Çok teşekkür ederim. Billy'le kıyaslanmak çok hoş. Keşke hala sağ olsaydı... Wilder, John Ford gibi sanatçılarla aynı dönemde film yapmak benim için hep onur verici bir şey oldu." Genç yönetmenlerden ona en yakın olanı? İsim vermek istemiyor ve şöyle diyordu: "Herkesin kendi kişiliği var. Kimse tam olarak kimseye benzemez. Kimseyi benim mirasçım deyip zor duruma sokmayı da istemem".
PEMBE PANTER NASIL DOĞDU? Peter Sellers'in hayatı üzerine Amerika'da gösterime çıkan ve yakında bize de gelecek olan film üzerine ne düşünüyordu? "Filmi daha görmedim. Ama şunu söyleyebilirim: Sellers sette tam bir canavardı. Kader bizi uzun süre için birleştirdi. Ben onsuz eksik kalırdım, o da bensiz elbette". İlk "Pembe Panter"in hikayesi de ilginçti. "Breakfast at Tiffany'sÇılgınlar Kraliçesi" adlı kült-filmden çok memnun kalan Audrey Hepburn, Edwards'la yeniden çalışmak istemişti. Kaleme kağıda sarılan Edwards, ilk taslağı ona yollamış ama yıldız hiç beğenmemişti. Ona yakıştırılan, sonradan Claudia Cardinale'nin oynadığı Doğu prensesi rolüydü. Bunun üzerine senaryo değişmiş, müfettiş Clouseau kişiliği geliştirilmiş ve rol Peter Ustinov'a verilmişti. Ama çekimlerden birkaç gün sonra, İngiliz aktör öfkeyle seti terketmişti. Biri "Bir başka yetenekli İngiliz var" deyip Sellers'i önermiş ve böylece macera başlamıştı. Edwards "10' filmi için Dudley Moore'la da öyle olmuştu" diyor ve raslantıların önemine değiniyor. Bu arada "10"un yakında bir Broadway müzikali olacağını ve kışkırtıcı kadın için, bunca yıl sonra bile yeniden Bo Derek'in düşünüldüğünü söylüyor!...
CLOUSEAU'NUN FRANSIZ AKSANI Edwards, Sellers'in ilk filmde abartılı bir lehçe kullanmadığını söylüyor: "Sonra, ikinci Pembe Panter olan 'Karanlıkta Bir Çığlık'ı çekerken haftasonu için Paris'e gitmişti. Geldi ve bana orada tanıdığı Fransız kapıcının şivesiyle konuşmaya başladı. İşte o ünlü Clouseau aksanı orada doğdu ve öyle devam etti." Bu arada MGM'in yeni bir "Pembe Panter" çevirdiğini öğreniyoruz: Duvarlarda afişleri bile var. Bu filmde sakar Fransız müfettişini Steve Martin oynuyor. Ne diyor bu konuda? "Ne derseniz deyin, bu filmin aleyhinde konuşmam. Ve fikrimi söylemem." Ama sonra hınzırca ekliyor: "Hatta gidip göreceğime bile emin değilim. Zaten artık sinemaya pek gitmiyor, filmleri evde izliyorum." Tüm bu konuşma sırasında, "Neşeli Günler", "Mary Poppins" gibi filmlerin unutulmaz yıldızı, bu hafta "Acemi Prenses"te kraliçe olarak izlediğimiz ve 1999'da aldığı yeni ünvanıyla "Dame" Julie Andrews geride kaldı, eşinin toplantısına gölge düşürmek istemedi. Ondan 13 yaş küçük olan Andrews, hanım-hanımcık rollerden sonra 1969'da Edwards'la evlenmiş ve onun filmlerinde çok daha seksi roller almıştı. Hatta "S.O.B. Onun Çocuğu" filminde ilk kez göğüslerini açması, zamanında olay olmuştu. Julie'yi de bu yıl Cannes'da görmüştüm: "Shrek- 2"nin seslendirme kadrosundaydı. O filmin basın toplantısını hatırlatınca şöyle dedi: "Ne şenlikti, değil mi? İnsan Eddie Murphy, Mike Myers, Rupert Everett gibi sanatçılarla olunca, vaktin nasıl geçtiğini bile anlamıyor." İşte böyle... Hollywood'un en ünlü çiftlerinden biriyle, "Neşeli Günler"den "Pembe Panter" serisine efsane filmleri yaratmış ve tek başlarına Hollywood masalını temsil eden bir çiftle yakın temas içinde olduk, bir saat boyunca... Düşlerimizin başkenti Hollywood zaten hep böylesi sürprizlerle dolu değil midir? İlk sabah kahvaltı ederken, yanıbaşımızdan elinde kahve bardağıyla geçip giden Kevin Spacey gibi... ÜNLÜ yönetmen Edwards'la görüşürken, MGM'in yeni bir Pembe Panter filmi çektiğini öğrendik. Bu filmde sakar Fransız müfettişi, Steve Martin oynuyor
|