|
|
Bu masalın sonu prensese bağlı
Bir varmış, bir yokmuş. Memleketin birinde bir prenses yaşarmış. Prenses hep sarayda, bir fanus içinde yaşadığı için gerçek hayatın, komşu memleketlerdeki hayatların pek farkında olmadan büyümüş. Halbuki onun büyüdüğü zamanlarda ülkesinin birçok bölümü sarayın, devletin ihmaliyle zor günler geçiriyor, halkı sıkıntı çekiyormuş. Prenses büyümüş, serpilmiş. Büyürken de saraya yakın çevrelerden soylu asilzadelerle flörtler, aşklar yaşamış. Ama hiçbir zaman gerçek mutluluğu, gerçek aşkı yakalayamamış. Kaderine razı olup "Gerçek aşk herhalde yok. Yaşanan duygular en fazla bu kadar olmalı" diye düşünmeye başlamış. İşte prenses böyle suni bir dünyada yaşarken, birden bire müthiş bir şey olmuş. Aslında prenses olayın ne kadar müthiş olduğunu başında pek anlayamamış. Prenses, ülkesinin başka bir bölgesinden gelen bir konta aşık olmuş. Kont da prensese. Evet "Mutlu mesut yaşamışlar" demek isterdim ama öyle olmamış. Prenses, kendi yetişme biçimiyle kontunkiler arasındaki farkı çok iyi özümseyemediği, biraz da mağrur olduğu için hiç istemeyerek kontu çok kırmış. Kont prensese birçok defalar "böyle giderse ülkesine geri döneceğini, prensesi terk edeceğini" söylemiş ama prenses pervasızca davranışlarını sürdürmüş. "Nasıl olsa bu aşk bitmez, beni terk etmez" düşüncesiyle bütün hatalarını defalarca tekrar etmiş. Ve beklenen gün gelmiş, kont atına bindiği gibi memleketine geri dönmüş. Kontun gidişiyle prenses müthiş bir mateme bürünmüş, onu eğlendirmek için gelen soytarılar, hokkabazlar, hatta komşu ülkenin prensleri hiç umurunda olmamış. "Keşke kontum yanımda olsaydı da bu hataları yapmasaydım" demiş. Aradan bir müddet geçince ondan haber alamayan prenses tacını, sarayı bırakıp ülkesinin kontun yaşadığı bölgesine gidip yaşamaya, onu anlamaya; o bölgenin insanı gibi davranmayı öğrenmeye başlamış. Ve aradan bir müddet daha geçince konta elçi gönderip artık bu bölgede yaşadığını, onu çok iyi anlamaya başladığını, yaptığı hiçbir hatayı bir daha yapmayacağını söylemiş. Kont ise artık onsuzluğa alışmaya başladığını, bunu becerebilirse, onu bir daha görmeyeceğini söylemiş. Sonra ne mi olmuş; galiba sonrası "Gökten üç elma düşmüş onun, bunun başına" gibi mutlu son olmamış. Son, prensesin gayretine, göstereceği çabaya ve kontu değiştiğine ikna etmesine bağlıymış. İşte hepimiz ilişkilerimizin, elimizdekilerin kıymetini maalesef kaybettiğimiz zaman anlıyoruz. Bizim için ne kadar değerli olduklarını unutup, ilişkiye ve yanımızdakine hoyratça davranıyoruz. İlişkilerin aslında ne kadar nazik, kırılgan olduğunu sevgiyle, ilgiyle, hoşgörüyle beslenmesi, sulanması gerektiğini unutuyoruz. Uyanıyoruz ve at Üsküdar sınırını geçince de "Ver yerini ellere, vur poponu yerlere" misali dövünüp duruyoruz. Mühim olan elimizdeki bizim için kıymetliyse ona gerekli özeni göstermek, onu ve ilişkiyi sarıp sarmalayıp korumak dostlar.
İlişki Cadısı AYŞE
|