|
Endülüs'te Yahya Kemal'i andım
|
|
Atilla Dorsay İspanya'nın Andaluzya bölgesini yazdı: "İslam ve İspanya... Tarihin bir döneminde bu iki farklı kültür nasıl da kaynaşmışlardı böyle. Granada'da Arap Mahallesi diye anılan eski semtin sokaklarında dolaşırken karşıma çıkan Arap Hamamı, pis diye bilinen bu halkın aslında Batılı'nın kir içinde yüzdüğü bir çağda temizliğe verdiği önemi gösteriyordu."
*** Yahya Kemal'i anarak Endülüs'ü dolaşmak
İspanya'nın Andaluzya bölgesinde İslam eliyle yaratılmış güzellikleri görmek bana engin bir ruh tesellisi verdi. Her şey geçiyor, sanatın güzellikleri kalıyor.
Ne tuhaf... Onca uzak bir iklimde hep bizden bir sanatçıyı, Yahya Kemal Beyatlı'yı hatırlamak... Zil, şal ve gül... Bu bahçede raksın bütün hızı Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı deyip daha sonra Alnında halka halkadır aşüfte kakülü Göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülü diye devam eden o değil miydi? Onun Endülüs dediği artık bugünkü dilimizde Andaluzya mı oldu? Granada'ya artık kimse Gırnata demiyor mu? Eğer öyleyse; Emevi, yani Arap asıllı olan bu sözcükleri koruyamadığımız için yazıklar olsun...
Globalleşme herşeyi olduğu gibi sözcükleri ve isimleri de tekdüzeleştiriyor, özel adları ortadan yok ediyor... Ama İspanya ve onun yüzde 17'sini oluşturan eşsiz Andaluzya yöresi hep orada. Yıllardır, yüzyıllardır... İspanya 1950'lerde Ernest Hemingway, Ava Gardner gibi ünlülerin ilgisi ya da El Cordobes, Miguel Dominguin gibi toreadorlarla üne kavuştu; 1960'larda ise kitle turizmine açılmaya başladı. 1960'lardan sonraki rehberlik uğraşımda gezdirdiğim -özellikle Fransız- gruplar, Topkapı Sarayı'nda bana sıklıkla "Güzel, ama nerede Alhambra (Elhamra) Sarayı?" dediklerinde orayı görmek için yanıp tutuşmuşumdur. Kader, onca yolculuk arasında Andaluzya'yı hep geciktirdi. Ama belki iyi oldu. Çünkü tüm dünyanın kana bulandığı, tek ideoloji haline gelen kapitalizme ve ABD bayraklı globalleşmeye karşı başlatılan meşru ve haklı çabanın ne yazık ki kaba bir terörizme dönüştüğü ve sonunda İslam'ın neredeyse kıyıcılık ve şiddetle eş anlamlı sayıldığı bir dünyada, İslam eliyle yaratılmış bu güzellikleri görmek bana engin bir ruh tesellisi verdi.
Bu güzellikleri yaratan İslam mı "Terörist" olacaktı? Belki başka bir çağda, başka bir iklimde yaratılmış, ama ne olursa olsun kökenlerini Mekke'den, Şam'dan, Bağdat'tan alan bir uygarlığın bu eserleri yaratmış ve dünyaya miras bırakmış olması önemliydi. Kendi adıma ilk fırsatta, özellikle Suriye'ye gidip çok önemli olduğu söylenen İslam eserlerini de göreceğim.
İSLAM VE İSPANYA SENTEZİ Evet, İslam ve İspanya... Tarihin bir döneminde, bu iki farklı kültür nasıl da kaynaşmışlardı böyle... Granada'da Arap Mahallesi diye anılan eski semtin daracık sokaklarında dolaşır ve kiliselerle iç içe küçük cami veya mescitleri keşfederken, mütevazı bir kapının ardındaki "Arap hamamı" (burada 'Türk hamamı' deyimi yerini Arap hamamına bırakıyordu), pis diye bilinen bu halkın aslında Batılı'nın kir-pas içinde yüzdüğü bir çağda suya ve temizliğe verdiği önemi gösteriyordu. Zaten daha sonra gezdiğimiz ünlü Alhambra - Elhamra Sarayı bir dünya cenneti olacaktı: Suyun, doğanın, yeşilliğin insan eliyle düzenlenmesine koşut olarak, mimari, süsleme ve işleme sanatlarının dorukları; usta ellerin yarattığı bir köşkler, avlular, revaklar, iç bahçeler, çeşme ve şadırvanlar cenneti; sütunlar, kemerler, çiniler, alçı işleri gibi şeylerle yaratılmış bir güzellikler toplamı... "Elhamra'yı görmeden sakın ölmeyin" dense, yeridir...
Emeviler bu topraklara 8'inci yüzyılda ayak basmışlardı: Kuzey Afrika'dan geçerek ve Abbasilerin egemenliğinden uzaklara kaçarak... Bu hayırlı bir göç ve ilahi bir fetih olmuştu. Yeni topraklar onlara yeni esinler vermişti. Kordoba'yı başkent yapmışlardı. 929'da Kordoba halifesinin bağımsızlığını ilan etmesiyle, İspanyol İslam'ı zirveye çıkmıştı. Kordoba'daki görkemli cami-katedrali gezmek müthiş bir deneyimdi: Eski kentin göbeğinde yer alan bu yapıt, sayısız sütun, kemer ve kubbeyle bir rüya alemiydi sanki... 5 yüzyıl sonra Katolikler yeniden egemenliği ele geçirmişler ve Müslümanları kovmuşlardı (Bir kaynağa göre Kordoba'da bin 600 olan cami sayısı birkaç düzineye inmişti). Kordoba'daki eşsiz cami de katedrala dönüşmüş ve içine sayısız Hristiyan motifleri eklenmişti. Bunlar arasında da güzel şeyler vardı. Ama, din temelli bir kıyaslamaya hiç gitmeksizin ve de hiç bağnaz olmaksızın, katedralin en güzel şeylerinin hala İslam temelli şeyler olduğu söylenebilir.
İslam sanatı, zaten hep sevdiğim ve modern sanatın öncüsü saydığım soyutlama özelliğiyle, yalnız bu caminin değil, tüm Andaluzya'daki eser ve yapıların da en güzel yanlarını oluşturuyordu. O çini denizleri, o kemer ormanları, o yıldızlı bir geceyi andıran kubbeler, o Allah inancıyla ince bir yaşama zevkini birleştiren köşkler, pavyonlar... Ve aynı dönemde Kordoba'da buluşan büyük alim ve sanatçılar; büyük Arap şairi İbn-i Hazm, büyük Arap filozofu Averroes, büyük Yahudi dinbilimcisi Maimonides ve başkaları, bu kenti eski Yunan'da olduğu gibi bir sanat, kültür ve felsefe başkentine dönüştürmüşlerdi. Tüm bu güzellikler 1200'lü yıllarda Hristiyan kralların yeniden egemen olmasıyla bitmiş, 5 yüzyıl süren bir rüya sona ermişti. Hayli eser yıkılmış, yok edilmişti. Ama temelde bu İslam yapıtları korunmuştu. Bugün onlar hem İspanya'yı önde gelen bir turizm ülkesi yapmaya büyük katkı sağlıyor hem de başta İspanya ve İspanyollar olmak üzere birçok ülkenin, İslam ve Müslüman sözcüklerine alerjiyle değil, sempatiyle yaklaşmasının başlıca nedenini oluşturuyor. Her şey geçiyor, sanatın yarattığı güzellikler kalıyor çünkü... Kordoba ve Sevilla'nın ünlü Alkazar Sarayları da Hristiyan kralların saraylarıydı ama kaçınılmaz biçimde İslam ögeleri taşıyorlardı. Her iki sarayın da görkemi ve güzelliği kolay anlatılamaz.
Sevilla'nın eski caminin yerine yapılan ünlü katedrali de artık tümüyle Hristiyan dönemi eseriydi ama kentin simgesi olan Giralda Kulesi, eski camiden aynen kalma nefis bir yapıydı. Evet, o turistler haklıydı: Elhamra Sarayı'nı, iki Alkazar Sarayı'nı, Sevilla'da içinde İslam unsurları taşıyan karmaşık "Mudejar" denen üslupla yapılmış Pilatos'un Evi gibi anıt-müzeleri gezerken karar verdim: Tüm bunlar, bizim Topkapı Sarayı'ndan daha güzel ve gösterişliydiler, ama sadece mimari ve süsleme sanatları açısından... Yoksa Topkapı Sarayı'nın içerdiği hazineler bambaşka... Ama ne yazık ki onların da tümünü sergileyemiyoruz. Ki bu da apayrı bir konu...
DARISI BİZİM BAŞIMIZA Elbette İspanya'da tipik İspanyol şeyler de vardı. Sevilla'nın İspanya veya Kordoba'nın Corredera adlı devasa meydanlarını, Sevilla'daki Toros de la Maestranza boğa güreşi arenasını, liman kenti Malaga'daki Alcabaza tarihi merkezi, antik Roma Tiyatrosu veya Picasso'nun doğduğu müze-evi gezerken karar verdim: İspanya bir kültürler ve uygarlıklar cennetiydi. Elbette bizim kadar değil... Ama onları çok iyi korumuş, değerlendirmiş ve turizme açmışlar... Darısı bizim başımıza... Ve son bir söz... Günümüzdeki "Medeniyetler çatışması" tezlerinden, İslam'ın dünya kamuoyu önünde günah keçisi ilan edilmesinden ve dinler arası bir sürtüşmenin sanki gizli bir yönetmen tarafından ustaca sahnelenmesi çabalarından rahatsız olanlar ve bu konularda kafa yoranlar, en azından tartışmalarına yeni kanıtlar, kaynaklar ve esinler bulmak için seyahate çıkıp İspanya'nın bu yöresini mutlaka görmeliler.
1. Sevilla'nın kral sarayı Alkazar da İslami motifler içeren nefis bir saray. Bahçe, çeşme ve havuzları da görmeye değer. 2. Sevilla'nın Alkazar Sarayı'ndan yine İslami ögeler de içeren bir köşe. 3. Granada'daki emsalsiz Elhamra (Alhambra) Sarayı tam İslam mimarisi örneği. 4. Andaluzya'nın daracık sokakları, çiçekler ve küçük bar-lokantalarla dolup taşan bir turizm cenneti.
|