|
|
|
|
Güney Afrika'nın en aykırı kenti
BİRBİRİNDEN lezzetli şarapların üretildiği bağları, hareketli bölgeleri ve penguenleriyle Cape Town Güney Afrika'dan çok farklı.
*** Tipik bir Afrikalı değil
Birbirinden lezzetli şarapların üretildiği bağları, hareketli bölgeleri ve Boulders Beach'te geçit töreni yapan penguenleriyle Cape Town'ın Güney Afrika'dan farklı bir yanı var.
Güney Afrika Cumhuriyeti programlarının ana şehirlerinden bir tanesidir Cape Town. Ana şehirlerinden biridir ama gidince görülür ki Cape Town çok da Afrikalı değildir. Nasıl New York Amerika değilse, Cape Town'un da çok farklı bir havası vardır.Havaalanından şehre giden yol üzerinde birçok gecekondu mahallesi var. Şehre yaklaştıkça yollar, çevre daha bakımlı bir hal alıyor ve karşınıza Table Mountain (Masa Dağı) ile hemen önünde okyanusa bakan Cape Town çıkıyor. Cape Town'un en hareketli bölgesi 'Victoria and Albert Waterfront'. Turistik merkez olmasının yanı sıra yerel halk tarafından da tercih edilen bir bölge. Kafeleri, restoranları, hediyelik eşya mağazaları, sokak müzisyenleri ile günün her saati renkli, canlı. Yemek fiyatları buralarda ucuz ama çok kaliteli bir yer bulmak mümkün değil. İyi restoranlar şehrin biraz dışında, yirmi dakika ya da bir saat mesafede , bunu göze almak gerekiyor. Yirmi dakika uzaktaki Constantia'da bulunan Restoran Uitsic daha sakin, manzarası güzel ve yemekler mükemmel. Rezervasyon esnasında terasta masa istemek şart, her zaman dolu. Yemek fiyatları Waterfront civarındaki restoranlarda 20-25 Amerikan Doları civarındayken Uitsic tarzındaki yerlerde 4050 Amerikan Doları. Tabii bu fiyat yemekte içilecek şaraba göre değişiyor.
ÜZÜM BAĞLARININ GÜZELLİĞİ Şarap konusunda Güney Afrika'nın son yıllardaki gittikçe artan ünü var. Ülkenin yaygın olarak şarapçılık yapılan bölgeleri ise Cape Town'a bir-iki saat mesafede. Constantia, Franschboek, Paarl ve Stellenbosch merkezlerinde birbirinden güzel bağlarda Güney Afrika'nın ünlü şaraplarının üzümleri yetiştiriliyor. Sıcaklığın 36 derece olduğu bir günde Stellenbosch'a giderken yol üzerindeki üzüm bağlarının görüntüsünü, arkalarındaki bağ evlerinin güzelliğini ve renkleri anlatmak gerçekten çok zor. Her bir bağın arkasında bağ manzarasına hakim evler var. Bunların birçoğunda kendi arazilerindeki üzümlerden ürettikleri şarapları tadıyorsunuz. Şarap tatma işi ayrı bir keyif. Küçük gruplar halinde mahzende ya da özel bir salonda tahta masalara oturuyorsunuz. Önünüzde tadılacak şarap sayısına göre numaralanmış bir kağıt ve üzerinde boş kadehler var. Masada bulunan ekmek ya da küçük bisküviler bir şaraptan diğerine geçerken öncekinin ağzınızda bıraktığı tadı alıyor. Gezi arkadaşım gibi masaya oturur oturmaz bir çanak bisküviyi yemek olmaz tabii.
ŞARAP TADIM SEANSLARI Spier bağ evinde sunumu yapan hanım önce şık şişeyi sanat eseri gibi alıp yılı ile ilgili kısa bir bilgi veriyor ve şarap kadehlere biraz konuluyor. Herkes tadıp, fikrini söylüyor (zorunlu değil tabii, başınızı sallayıp "Çok güzel demeniz" de yeterli), ne kokular alınıyor, damakta ne tad bırakıyor gibi. Uzman hanım biraz daha bilgi verip sonraki şaraba geçiyor. Böylece beş tane şarap deniyorsunuz. Hemen çıkınca da tattığınız ya da başka markalarda her türlü şarabı alma imkanınız oluyor. Çeşit çok, fiyatlar çok ucuz. Benim tercihlerim Pinotage ve Pinot noir üzümlerinden yapılan, değişik üreticilere ait kırmızı şaraplar oldu. Şahane bir Stellenbosch gününden sonra Cape Town'a dönüşte otelin havuzbaşında biraz tembellik de programın devamı. Kaldığım otel Table Bay'in bir yanı hareketli ve canlı Waterfront'a bakıyor, diğer yanı da okyanusa. Her iki tarafın manzarası da çok güzel. Cape Town'daki en güzel iki otel Table Bay ve Cape Grace. Koloniyel tarzdaki bu iki otelde dekorasyon çok güzel, hizmet çok iyi. Her yerde güleryüzlü zenciler hizmet ediyor. "Hallerinden memnunlar mı? derseniz, bir şey söylemek güç. Waterfront'un hemen karşısında, Mandela'nın senelerce tutuklu kaldığı Robben Adası'ndaki hapishanenin artık müze olduğunun düşünerek en azından esaret günlerinin bittiğini söylemek mümkün. Cape Town'daki ikinci süper gün iki okyanusun birleştiği yere, Ümit Burnu'na gittiğim gün oldu. Cape Town'a bir saat mesafedeki Ümit Burnu tam olarak Atlas ve Hint okyanuslarının buluştuğu yer olarak bilinir. Gerçekte ise iki okyanusun birleştiği nokta Ümit Burnu'nun bir saat doğusunda Agulhas Burnu. Ama Ümit Burnu'nu içine alan çok büyük bir milli parktan geçip, küçük trenle tepeye tırmanınca aynı manzara var. Havanın çok açık olduğu günlerde iki okyanusun suları arasındaki renk farkından dolayı bir hat oluştuğu anlatılıyor ama ben sadece dev dalgalar gördüm. İnsan Afrika kıtasının en uç noktasında olduğunu düşününce kendini her şeyden çok uzaklarda hissediyor, suya düşsen karşısı Antarktika, gemi falan geçmez oralardan. Ümit Burnu'ndan şehre dönerken Restoran Black Marlin'de öğle yemeği molası var; deniz mahsullerinin lezzetini anlatmak mümkün değil. Yine rezervasyonu yaptırırken Ön sırada ve açık havada bir masa diye belitmeyi unutmamak gerekiyor. Yemek uzadıkça uzuyor. Yemekten sonraki unutulmaz bir yer de 'Boulders Beach'. Küçük bir kumsalda yüzlerce penguen var; arka arkaya sıralanıp denize girmeleri, çıkmaları çok komik. Hayal ettiğimden daha küçükler ama üç boy penguenin en küçüğü Afrika penguenleriymiş. Penguenleri seyretmeye turistler kadar meraklı bir grup da çocuklar. Ellerinde resim defterleri ve plaj havluları ile penguen resimleri yapan küçücük çocuklar başlarında öğretmenleri ile gelmişler, dersin bir parçası olarak. Cape Town etrafı ile bir bütün olarak çok güzel. Bir sonraki seyahatte daha doğuya doğru 'Garden Route'u da programa eklemeyi planlayarak ayrıldım. Tabii ki bir kez daha Cape Town'a gideceğim. Stellenbosch, bağcılık merkezlerinden biri. Pinotage ise yazarımızın tercihi.
Ayşe Yağcı
|
|
|
|
|
|
|
|
|