Sel gider, kum kalır!
Dün tüm Türkiye, televizyonlar sayesinde, İstanbul'un nasıl su aldığını izledi. Anlatılanlara, gösterilenlere göre, koca İstanbul sulara gömülmüştü. Anadolu'nun dört bir köşesinde, mütevazı koşullarda, doğanın ve insanın felaketleriyle sık sık haşır neşir olanlar, kendileri gibi İstanbullularla buluştu. Büyük kentte, dere yataklarına yerleşmiş, evi, eşyaları, işyeri, aracı su altında kalan İstanbullular. O sırada, biz İstanbulluların bir kısmı da, kentimizin ortasında, kendimizin birkaç adım ötesindeki öteki İstanbul'u, muhtemelen Florida'daki kasırga gibi uzaktan izliyorduk. Tanrım, ne de çok İstanbul vardı böyle. Geçen gece tüm Anadolu'ya TV ekranlarından yansıyan, şıkıdım eğlencedeki İstanbul ile şimdi çamurlu sulara batan aynı kent miydi?
*** Aslında, "küresel ısınma"nın, ABD'yi de, İngiltere'yi de vurabilen bir hırsla, iki gözü iki çeşme, hüngür hüngür, gözyaşlarını boca edeceğini biliyorduk, en azından bekliyorduk. Meteoroloji sayesinde, hazırdık! Ancak, gökyüzüne dair tahminlerdeki ilerleme, maalesef yeryüzünde ilerleme anlamına gelmiyor. Gökten ya da yerin altından gelecekler tahmin edilse de, yerin üstündeki hazırlık, yılların gafletini tasfiye edemiyor, tozunu, pasını silemiyor. Kaydettiğimiz son ilerleme, afete çeyrek kala, tahliye çağrısı. Depremin yanında, minyatür afet. Çünkü, nihayetinde, afete uğramış, sulara gömülmüş yerler, İstanbul'un sadece küçük bir parçası. Su baskını alarmı veren 3 bin küsur hane ve işyeri, kurtarılması gereken 50, 100, bilemedin 200, 500 kişi. Oysa, daha nüfusu bile doğru dürüst bilinmeyen, 10-15 milyon diye geçiştirilen, milyonlarca hanesiyle, işyeriyle bir İstanbul var. Bin bir İstanbul var. Ve üç gün mü deseler, üç yıl mı, belirsiz bir vadeye yayılan ama mukadder sayılan asıl felaket var.
*** Onu da en azından beş yıldır biliyor İstanbul. Biliyor ve kılını kıpırdatmadan bekliyor. Hatırlamayı unutmaya sığınıyor. Gökten gelen afetin tahmini gibi, günü, hatta saati belli bir randevusu yok. Çarpık kentleşmenin aktörlerinden ve yoksullarından oy alarak, üç dönemdir İstanbul'u yöneten Refah-AKP hattındaki başkanlar ile bugünkü bakanlar, şimdi "çarpık kentleşme"den, "vatandaşın bilinçsizliği"nden söz ediyorlar. Tüm çabalarına, tüm iyi niyetlerine, bugüne kadar tüm yapabildiklerine rağmen, bunu söylemeye, bundan yakınmaya hakları yok. Bir 10 küsur yıl önce, "İstanbul'u fethederek" bugün onu başbakanlıkla da onurlandıran halk desteğine kavuşan, "ülke gibi bir kent"i yönetmeyi üstlenen Erdoğan'ın da artık geçmişten yakınmaya hakkı yok. Beklenen depremde ölü sayısını birkaç bin, birkaç bin daha azaltmak, evet ancak azaltabilmek, sonrasında enkazdan birkaç bin kişi daha fazla çıkarabilmek için ne yapılacaksa yapma sorumlulukları var. İstanbul'da, Marmara'da, Doğu'da. Biliyoruz ve bildiğimize hiç hazır değiliz! Çarpıklık sadece kentleşmeye has değil; kafamız, bilincimiz, doğayla ilişkimiz yamuk!
|