Koşma, düşersin!
Şimdi Süreyya Ayhan'ın "sahtekarlık" kuşkusu ile gündeme gelen "doping", büyük yatırımlarla sanayileşmiş gösteri sporunun tam bir ikiyüzlülüğü. Aslında sadece sporun da değil; hayat öyle. İnsan ömrü, insan sağlığı bir yana... "Piyasa" her gün "insan mutluluğu" için yapay madde üretiyor, deniyor, tanıtıyor, tavsiye ediyor, pazarlıyor, satıyor. Güzellik için... Gençlik için... Huzur için... Cinsel mutluluk için. Gösteri ve göstermeye dayalı başarı ile beğeni duygusu sınır tanımıyor. Sadece profesyoneller değil, sözde amatör, sözde "olimpik" sporcular, birer reklam panosu gibi koşuyor, atlıyor, zıplıyor... Pistteki atletten caddelerdeki, salonlardaki kimi hanımlara, beylere kadar, "suni insanlar" dolanıp duruyor.
*** "Prozac toplumları"nda lanetli uyuşturucunun nerede başlayıp nerede bittiği belirsizleşiyor. Sporcunun bir kobay haline getirildiği sentetik insan üretiminde lanetli dopingin nerede başlayıp nerede bittiği bulanıklaşıyor. Vitamin, sakinleştirici, cinsel güç sağlayıcı, mutluluk verici kimyasal ve genetik maddeler dünyasında, doğanın, doğal olanın nerede yaşadığı, ne kadar yaşayacağı, insanın kapasitesinin ve sınırlarının ne olduğu karanlığa gömülüyor. Çoktandır, "sporcu yetişmesi"nden ziyade, "sansasyonel sporcu üretilmesi" gündemde. "Sözde alternatif" sosyalist ülkelerin, hormonlu sportif başarıları gibi. Mesela, Afrikalıların uzun mesafe koşularındaki "doğal" üstünlüğünü, "yapay" olarak alt etmek isteyen ABD'de bir "Oregon Projesi" var. Nike firmasının desteğiyle, milyonlarca dolar harcanarak kurulan laboratuar ve "suni dağ havası"yla, Atina'da maraton koşacak Dan Browne'un da bulunduğu bir ekip kobay olarak çalıştırıldı. Bir ev, 3 bin 600 metre yükseklikteki atmosfer koşulları, yani oksijen ve nefes imkanları yaratılarak döşendi. Çünkü, "teori" diyordu ki, "Yüksek yerde yaşayanlar, deniz seviyesinde daha iyi koşar." "Naylon dağ"da yaşatılan atletler, kapıdan çıkınca deniz seviyesinde idman yapabiliyordu. Ama bunun adı "doping" değil!
*** Süreyya ve antrenör eşinin teşebbüsü, tavırları, eğer doğruysa, elbette "ahlaklı" değil. Başarıya koşullandırılan, atletizm ve yaygın spor adına neredeyse yan yatıp "İstikal Marşı çaldıracak, bayrak dalgalandıracak" ve tabii Cumhuriyet altınlarıyla ödüllendirilecek tesadüfi yıldız bekleyen bir ülkenin tüm yükü omuzlarına binmişken bile. Lakin, linçe dört nala koşarken, taşlamak için isteri krizlerine girerken, "hangi ahlak, kimin ahlakı" sorusu da öylece duruyor. Her gün binlerce aç, ilaçsız çocuğunu kaybeden Afrika'ya bir de "doğal üstünlüğü"nü suni yemlenen koşucularla kırarak haddini bildirmek isteyen... "Gösteri"ye milyonlarca dolar yatırırken, Uzakdoğu'da üç paraya çocuk işçi çalıştıranların ahlakı mı? Siyasetçisiyle, medyasıyla, iş dünyasıyla, gündelik sıradan katakullilerimizle, "bizim ahlakımız" mı? Çok ayıp Süreyya! Koşma, düşersin! İtalyan bisikletçi Pantani'den bir kahraman yaratanlar, kendi ahlaklarını kanıtlamak adına, onu sahiden ölüme yollamış ve gömmüştü bile.
|