Direnişçi değil, katil sürüsü
Irak'ta son olarak bir Türk işçisinin insanlık dışı bir tavırla öldürülmesine varan cinayetler, insanoğlunun imza attığı vahşetin doruk noktalarından biri olarak geçecek tarihe. Kendilerine "direnişçi" diyen ortaçağ artığı birtakım unsurlar saklanabildikleri her türlü perdenin arkasına saklanarak bu katliamı gerçekleştirme cüretinde bulundular. Artık sistematik hal alan bu katliam dizisi "direniş" gibi çok irdelenmeden kullanılan kavramları sırtlayarak veya "din" adına bir zemin üretmeye çalışarak vahşete dayanak yaratmaya çalışıyor. Bilinmelidir ki, ortada ne Irak veya Irak halkı adına yapılan bir direniş var, ne de bu katliamlara imza atanların dine bir "suikast silahı"ndan öte bir bakışları olabilir. Karşımızdakiler "direnişçi" değil "katil sürüsü"dür. Irak'ı "cinayet laboratuarı", haline getirmeye çalışıyorlar, dini sembolleri ise bir "suikast silahı" gibi kullanıyorlar. Zaten, kendi ideolojik kördüğümlerini Irak'ta çözme yolunu arayanlar dışında, bu katil gruplarına "direnişçi" diyen kimse de yok. Ortada gerçekten şu ya da bu sebeple "direnişçi" adını alması gereken birileri varsa da, onların ideolojik kördüğüm çözmede bir işlevleri olmuyor olmalı ki, katil sürüsünden gözünü kaldırıp o direnişçilere bakan yok. Ekmek parası için yollara düşmüş bir işçiyi dini bazı gerekçeleri de öne sürerek olabilecek en alçakça biçimde öldürmek, bırakın din ya da vatan savunması gibi gerekçeleri, en sıradan ve en basit sokak kuralına bile sığdırılamaz. Üstelik sadece öldürülen kişinin hayatına son vermeyi değil, yakınlarına olabilecek en büyük acıyı yaşatmayı ve olayı televizyondan seyreden her insanın insan olmaktan dolayı utanç duymasını sağlayacak şekilde bir vahşeti gerçekleştirmek, gerçekten insanlık açısından düşülebilecek en aşağı noktadır.
*** Irak, diktatörün işbaşından gönderilmesinden sonra tam bir kaosun içine yuvarlandı. Diktatörü işbaşından göndermeyi hedefleyenlerin, sonraki gelişmeler için ciddi bir eylem planları olmadığı acı bir tecrübeyle ortaya çıktı. Daha da önemlisi, adına "dünya düzeni" denilen mekanizmanın, diktatörlükle yönetilen ülkeler için bir demokrasiye geçiş hazırlığının olmadığının ortaya çıkması, dünyanın ne derece büyük krizlerin üstünde oturduğunu çıplaklaştırdı. Bugün dünya sistemi Irak'a dönük katılımcı ve topyekbir yardım paketi oluşturmadan, bu krizin aşılması mümkün değil. Irak'ın normale dönmemesi ve işgalin sürmesi bir zafer değil, tam tersine hür ve demokratik dünya için her geçen gün bir kayıp olacak. Bu nedenle en geniş katılımı sağlayarak, en yüksek meşruiyeti kurarak ve tüm Irak'ın menfaatlerini gözeterek bir uluslararası insiyatif oluşturulması, Irak'ın geleceği açısından da, dünya barışı bakımından da zorunlu. Aksi halde Irak'ta yoğunlaşan krizin sadece Irak'la sınırlı kalmayacağı beklenmelidir...
*** Bu çabayla eş zamanlı gitmesi gereken, hatta bundan daha da öne geçmesi gereken ise, İslam dünyasının, dünyanın çeşitli yerlerinde görülen ama Irak'ta doruk noktasına çıkan "dinci terör"le arasına "kırmızı çizgi" çekme konusunda kesin, kararlı ve güçlü bir tavır almasının gerekliliği ve daha fazla ertelenemezliğidir. Durum açıktır: birileri İslam'a başka dinlerin geçmiş yüzyıllarda yaşadığı "ortaçağ"ı bu çağda yaşatmak istiyorlar. İslam'da olmayan "engizisyon"u yaratmaya çalışıyorlar. Katil sürülerine dini bir kisve uyduruluyor... Bu, İslam tarih ve medeniyet halkası içinde yaşayan halklar için tarihin en ciddi sınavıdır. Bu sınav verilemezse, koskoca bir tarih ve medeniyet vadisi ortaçağ karanlığına düşecektir. İslam dünyası, hiçbir bahaneye sığınmadan, hiçbir istisna üretmeden ve hiçbir hafifletici sebep aramadan dinle vahşetin birleştirilmesi çabasına en güçlü tepkiyi vermelidir. Asıl ve soylu "direniş" budur... Bu tepki, inanılan yüksek değerler, tarih ve gelecek adına verilmelidir. Ve, din adına vahşet üretenler, din ve insanlık adına ebedi bir utanca mahkum edilerek tarihin çöplüğüne gönderilmelidir...
|