Hangi Avrupa?
Paris'in Türkiye'nin AB üyeliği karşısındaki pozisyonu, sadece Fransa'nın Türkiye'ye bakışını ifade etmiyor. Esas olan, Fransa'nın zihnindeki "nasıl bir Avrupa?" sorusuna aranan yanıt etrafında şekillenen tartışmadır. Bu tartışma Türkiye üzerinden beslenmekte ve aktarılmaktadır. Öteden beri Fransa-Almanya hattı için AB sadece bir siyasi değerler birliği olmanın ötesinde bir noktaya çıkarılmak istenmektedir. Bu da AB'nin ABD ile "rekabet edebilecek" ve Çin'i "frenleyebilecek" bir güç haline nasıl getirileceği ile ilgilidir. Doğal olarak, Fransa ve Almanya, AB'yi bir küresel güç haline getirme stratejisi gütmektedirler. Bu olmadan AB'nin varlığını sürdürebilme koşullarını korumakta zorlanacağı kanısı yaygındır. Ayrıca, Fransa içinde genişlemeye mesafeli duran önemli çevrelerde, küresel güç haline gelemeyen bir AB'nin, ancak "bölgesel bir Birleşmiş Milletler teşkilatı" olabileceği düşünülmektedir. Dünya güç denklemi içinde etkinlik üretemeyen bir AB'nin, sadece "iyi niyet misyonu" olan bir ittifak olmayı aşamayacağı da güçlü bir kanıdır. Bu nedenle AB'nin küresel bir güç haline gelmesi, geleceğe dönük esas stratejiyi oluşturmaktadır. Ayrışma ise bunun hangi yöntemlerle gerçekleşeceği ekseninde ortaya çıkmaktadır. Ayrışmanın kendini üretmek için kullandığı en önemli fırsat ise Türkiye ile ilgili tartışmalarda belirmektedir.
*** Tezlerden biri AB'nin ancak "açık kapı politikası"nı sürdürerek, kültürel çoğulculuğu üreterek ve farklı medeniyet duruşlarını içererek küresel bir etkinlik üretebileceği yönündedir. Farklı medeniyet duruşlarını üretemeyen bir AB'nin coğrafya ile sınırlı bir görüntü vermesinin, "coğrafyaya mahkum" olmuş bir politika ortaya çıkaracağı açıktır. Böyle bir durumda, AB'nin temsil ettiği değerler evrensel özelliklerini kaybedecek ve "belli bir coğrafyanın çıkarlarını temsil" etme noktasına doğru büzülecektir. Aynı şekilde kültürel çoğulculuk vurgusu güçlü olmayan bir Avrupa, ABD'den iki kat nüfusa sahip olmasına rağmen, kültürel ve ekonomik sinerji üretmekte her zaman çok geri kalacaktır. Üstelik kültürel çoğulculuğu zayıf kalacağından, diğer medeniyet vadilerine vereceği bir mesajı kalmayacağı için, küresel güç olma iddiasını zayıflatacaktır. Bu nedenle AB'nin Türkiye ve hatta Rusya'ya doğru genişlemesi kaçınılmazdır...
*** Bunun karşısındaki tez ise, çeşitlendirilmiş bir Avrupa'nın kendi içindeki sorunlarla uğraşmaktan başını kaldıramayacağını savunmaktadır. Çeşitlilik vurgusu arttıkça, AB'nin bir "birlik" olmaktan geri noktaya düşeceği ve daha çok "ittifak" düzeyinde kalacağı dile getirilmektedir. Bu teze göre, AB'nin Türkiye ve Rusya'ya doğru genişleme stratejisi, "birlik" fikrinden geriye gidiştir.
*** Kuşkusuz ikinci tez "gerici" bir tezdir. AB'nin geleceğini sadece "Avrupa içinde bir daha savaş çıkmaması temelinde kurgulanmış bir statik denge politikası" içinde algılamaktadır. Bugün hem bu misyonun ötesine geçilmiştir, hem de o misyonu sürdürmek için bile AB değerlerinin Avrupa dışına çıkması zorunludur. Bu nedenle AB'nin hayat sahasının nefes borusu Türkiye'dir. AB çevreleri, Türkiye'yi tartışıyor gibi yaparak, aslında, kendi geleceklerini aynada görmeye çalışmaktadırlar. Resim açıktır; bugün Türkiye'nin içinde olmadığı bir AB, "eksik" bir projedir, yarınlarda ise "yanlış" bir projeye dönüşecektir. "Hangi Avrupa?" sorusu karşısında, Türkiye, AB'nin "gelecek vizyonu" olarak görünürleşmektedir.
|