Ne Allah korkusu, ne vatandaşlık duygusu!
Gazetecilikte bir 25 yılım bitmek üzere. Ekonomi servisinde başladığımda, o gün bile klasikleşmiş "haber", kurumlar ve gelir vergisinde beyanlar, dolayısıyla ilan edilen düşük kazançlar ve ödenen "bahşiş gibi" vergilerdi. Öğrenciliğimde sendikada çalışırken de, "toplumsal adaletsizlik" üstüne, durmadan terennüm ettiğimiz, isyanı yansıttığımız bir meseleydi. Bir "şaşırma" haberi. Önce gazeteciler şaşırır, sonra halkın şaşması beklenirdi. Dişçi, doktor, benzinci, kuyumcu vesaire şu kadar az kazanmışmış haberi. "Klasik" sürüyor. Ama, sanırım haber değeri de, şaşırma katsayısı da azaldı. Zaten, gazete alanların bir bölümü, ücretliler, emekliler, işsizler dışında, "ne yaptığını, ne kazandığını, ne vergi verdiğini, ne vermediğini" iyi bilen okurlardan oluşuyor. Neden şaşırsınlar ki! Bilmiyorum, siz şaşıranlardan mısınız yoksa aşıranlardan mı, günah almayayım. Kamunun yahut "devletin çöküşü" derken, hep orasının içine baktık. Elhak, bakınca da neler neler gördük. Hortumlar, avantalar, kayırmalar, adamımlar, ihaleler, israflar, hesapsızlıklar, kitapsızlıklar vesaire. Asıl "kamu", yani vatandaş olarak kendimiz, genellikle mağdurları oynadı. Elhak, koca ülkenin önemli kısmı da öyleydi ya. Ama bir de, içimizde birileri vardı ki, kazanırken, tüketirken, daha çok kazanıp daha çok tüketirken sessiz ve derinden, biraz sıkıldı mı, inlerdi yüksek perdeden. Devletten, ekonomiden, işlerden şundan bundan yakınırken, kendi sorumluluğuna ve sorumsuzluğuna ilişkin hiç bir vicdani hesaplaşması bile olmazdı... Ki, vergi dairesiyle hesaplaşsın. Kamu bu taraftan böyle vuruldu, öteki taraftan da benzer tıynetteki politikacılar, o kesimlere dayanarak yahut içlerinden çıkarak, ticaret gibi siyaset yapanlar vurup durdu. Açığı büyüdükçe yüksek faizli borçlanma manyağı haline gelen devlet, "vergi" adına çare olarak hep dolaylıya saldırdı. Başta KDV, akaryakıt, sigara, sonra ek vergiler vesaire. Kamusal hizmeti eşit bekleyen, buna karşılık, kamusal yükümlülüğünü eşit ve adil biçimde yerine getirmeyenlerle birlikte, vicdani, insani, mali yurttaşlık sorumluluğuna uymaya çalışanlara, bu arada en mecalsizlere de "eşit" yüklenildi. Dindar yahut laik, ama iş vergiye gelince "panik ve nanik" olanların cebinde kalan "kamu hakkı, devlet hakkı, kul hakkı", işçinin, memurun, emeklinin daha fazla yoksullaştırılması, yoksulluğun derinleşmesi... Kamusal eğitimin, sağlığın, yatırımların göçmesi olarak fatura edildi. Kasımpaşa'dan da, halkın içinden gelse de, halkın öfkesi ve desteğiyle, adeta haksızlıklara isyanın üstünde yükselmiş olsa bile, Başbakan da, "Berlusconi'lere hayran, işadamı arkadaşının verdiği burslara şükran, işadamı yazlığında elde ayran" bunu ne kadar böyle kavrayabilir ki! Bu kadar kadim ve güçlü "birlik ve beraberlik" nutuklarının atıldığı bir ülkede, kamusal birlik ve beraberlik, dayanışma-paylaşma duygusundan bu denli uzak bir topluluk olarak "hür" teşebbüsümüzle övünebiliriz! Hür... Uyanık, umursamaz ve vicdansız! Ne Allah korkusunun, ne vatandaşlık duygusunun, ne toplum sevgisinin bulaştırıldığı bir mesele bu. Ar, arsızlık ve utanma ile utanmazlığa dair!
|