Arayış
Genellikle dönüşüm anları, daha önceki bazı birikimlerin kritik olaylar sonucunda yüzeye çıkması anlamına geliyor. Bu açıdan bakıldığında salı günü biten NATO zirvesinin kararlarını da, Başkan Bush'un yaptığı gayet dengeli ve kayda değer mesajlar içeren konuşmayı da belli bir süreç içine oturtmak mümkün. NATO ittifakı son haftalarda çok yazılıp çizildiği gibi Soğuk Savaş'ta Sovyetler Birliği'ne karşı kurulmuş bir ortak savunma kuruluşuydu. Varlık nedenini oluşturan Sovyetler Birliği ortadan kalkınca, NATO da işlevsiz ve kimliksiz kaldı. Bosna'ya yapılan ilk müdahale, ardından gelen Kosova Savaşı; örgütü kuruluşundaki hareket alanının dışına taşıdı. Geçen on yılda eski düşmanların pek çoğu örgüte üye oldu. Bu bağlamda Avrupa sınırları genişlerken, NATO da kendisine ilk sorumluluk alanı dışında işlevler edinmeye başladı. 11 Eylül saldırısı Batı dünyasında, aslında tüm devletler sisteminde giderek şekillenmekte olan yeni tehdit algılamasının stratejik arayışların merkezine yerleşmesine yol açtı. Dünya düzeninin temel direğini Atlantik İttifakı oluşturduğundan, yeni dönemin ilkelerini ve çerçevesini belirlemek de bu ittifaka kalıyordu. Ancak Radikal gazetesinde Gündüz Aktan'ın da vurguladığı gibi, benzersiz bir askeri güce sahip ABD, bu işi müttefikleriyle değil kendi başına yapmaya kalkıştı. Küstahlığın sonu hüsran Yeni muhafazakârlar ABD'yi ne dünya sisteminin, ne de Amerikan demokrasisinin uzun vadede taşıyamayacağı bir yola, üstelik de büyük bir küstahlıkla, Irak Savaşı'nı başlatarak soktu. Sonuç hüsran oldu. Clinton döneminde pek çok örneği görülse de devletleri ve dünya kamuoyunu pek rahatsız etmeyen Amerikan tektaraflılığı Bush döneminde, üslubun da katkısıyla bir güç mücadelesinin odağına geldi. AB içinde Fransa ve Almanya, ellerindeki imkanları ABD'yi dengelemek üzere kullandı, bu tektaraflılığa karşı dengeleyici araçlar geliştirme arayışına girdi. Mücadele Irak savaşı etrafında şekillendi. ABD'nin Irak'ta savaş sonrası süreç bağlamındaki akıl almaz hataları ve Kasım'daki seçim baskısı Bush'a karşı çıkan bu iki ülkeye önemli kozlar verdi. Gene Aktan'ın vurguladığı gibi "Fransa ve bir ölçüde de Almanya... İstanbul zirvesinde, Amerika'nın özel herhangi bir çıkar sağlayamadan Irak'tan ayrılmasını temin için NATO'nun Irak'a yardımını kısıtladı". Bush'un konuşması da ülkesinin gücünün sınırlarını idrak ettiği yönünde mesajlar içeriyordu. NATO'ya meşruiyet engeli İstanbul zirvesi bir bakıma da NATO'nun Atlantik İttifakı'nın başat örgütü olarak bir ortak güvenlik örgütüne dönüşmesine yönelik kararların alındığı zirveydi. Örgüt dünyadaki tehditlerle mücadele edebilme yetisine sahip yegane kurum olarak bu sorumluluğu üstlendiğini ilan etti. Bu yeni hedefleri için gerekecek kurumsal yeniden yapılanma, finansal yenilenme ve askeri yeteneklerini geliştirme konularında da kararlar aldı. NATO'nun bu yapmak istediğinde önündeki en önemli meselesi meşruiyet olacaktır. Yani düzen getirme misyonunun Batı'nın imtiyazlı konumunu korumanın ötesine geçtiğinin gösterilmesi gerekecek. Financial Times gazetesine tam da bu konuda derinlikli bir yazı yazan Kemal Derviş, aranan meşruiyetin BM tarafından sağlanabileceğini savunuyor. Derviş'e göre de zirve "NATO'nun liderlerini küresel boyutta düşünmeye ve Avrupa ile ABD'yi dünyayı zengin ve güçlü olanların yeni hakimiyeti temelinde değil, meşruiyet, adil olma ve hukukun üstünlüğü temelinde yönlendirecek bir vizyon geliştirmeye sevk etmelidir." Hem Batı'nın hem de düzene intibak etmeleri beklenenlerin dilinden anlayan Türkiye'ye düşen görev de bu vizyonun geliştirilmesine katkıda bulunmak olmalıdır.
|