Yeni yol kavşağı
İstanbul'da yapılan NATO zirvesiyle, haziran ayı içinde gerçekleşen zirveler zinciri tamamlanıyor. Gene İstanbul'da yapılan İslam Konferansı Örgütü Dışişleri Bakanları toplantısı dışında gündemdeki toplantılar daha çok Batı dünyası içindeki çatlakları gidermeye yönelikti. Bu açıdan bakıldığında dün biten AB-ABD zirvesi ve yarın başlayacak NATO zirvesiyle Batı ittifakının yeni güzergahı iyice şekillenmiş olacak. 21'inci yüzyılda dünyadaki stratejik tehditlerin ve güvenlik sorunlarının içeriği de- ğişti. Sorunlu sayılan alanların ise hemen tümü Türkiye'nin etrafında. Üstelik bu alanlarda yaşayan nüfusun ezici bir çoğunluğu da Müslüman. Bu nedenlerle de üzerinde mutabık kalınacak stratejilerde Türkiye önemli roller üstlenecek. Çevresinin yeniden yapılanmasına yapıcı katkıda bulunabilecek. Daha önemlisi bu yeni stratejilerin ve rollerin tanımlanmasında Türkiye'nin kendisine de büyükçe bir söz hakkı düşecek. Türkiye, Cumhuriyet'ten beri Batı dünyası içinde yer almak isteyen, İkinci Dünya Sava- şı sonrasında ise bunu kurumsal olarak da gerçekleştirmiş bir ülke. Bir NATO müttefiki olarak da Soğuk Savaş'ın kazananları arasında sayılması gerekiyor. İki dili de konuşabiliyor Ancak Türkiye'de toplumun, halkın hatırı sayılır bir kesimi Batı'ya en azından kuşkuyla da yaklaşıyor. Türkiye'deki sol hareketin bir kısmı da Soğuk Savaş'ın bitmesiyle birlikte artık tedavülden kalkmış bir üçüncü dünya milliyetçiliğini benimsediği ölçüde Batı karşıtlığı saflarında yerini aldı. Bu nedenlerle Türkiye'de tartışmaya katılanların en azından bir kısmı Batı'nın yeni strateji arayışlarında kendi ülkelerini Batı'nın bir parçası olarak görerek düşünmek istemiyor. Batı içinde şekillenen bir stratejide Türkiye'nin ancak piyon olacağına dair yaygın bir inanç var. Bu inanç da en çarpıcı şekilde Ortadoğu'ya yönelik planlarla ilgili tartış- malarda kendini gösterdi. Türkiye, Atlantik İttifakı'nın bir üyesidir, yani dünya ile ilişkilerinde kurumsal olarak Batı safındadır. Önümüzdeki orta dönemde bu ittifak, Soğuk Savaş sonrası dünya düzenini şekillendirecek. Ancak Türkiye aynı zamanda dünya düzenine entegre edilmesi istenen Ortadoğu'nun da bir parçası. Bu özelli- ğiyle her iki tarafın da dilini konuşabiliyor. Kendi örneğiyle Batı'nın İslam fobyasını, Ortadoğu ülkelerindeki toplumların da Batı düşmanlığını törpüleme imkânı var. Türkiye'nin "yumuşak gücü" Bu konular ve NATO'nun gelecekte oynayabileceği roller, NATO zirvesi öncesinde German Marshall Fund ve TESEV tarafından düzenlenen "Yeni Bir Yol Kavşağında Atlantik İttifakı" konulu konferansta tartışıldı. Konferansın ikinci oturumunda sunulan ve TESEV adına Burak Akçapar, Mensur Akgün, Meliha Altunışık ve Ayşe Kadıoğlu'nun hazırladığı Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da reform süreçleriyle ilgili rapor, bölgeyle ilgili tespitleri ve önerileriyle tartışmaya değerli bir katkı yaptı. Rapor, bölgedeki demokratik arayışların varlığını ve bu süreçte son dönemde görülen hareketliliği özetledikten sonra atılması gereken adımları da sıralıyor. Bunların başında da Filistin sorununun çözümü, Irak'ın istikrara kavuşturulması ve kitle imha silahlarının bölgeden silinmesi geliyor. Mutlaka dikkat edilmesi gereken husus ise reformların bir dayatma şeklinde gerçekleşmemesi. Bu nedenle de bölge ülkelerinde kurumsallaşmanın, hukuk devleti uygulamalarının, parlamentoların güçlenmesinin ve sivil toplumun palazlanmasının önemi vurgulanıyor. Türkiye, hem her iki dünyaya da ait oldu- ğundan, hem de kendisi ciddi bir demokratikleşme sürecini tamamlama aşamasına geldi- ğinden reform çabalarında örnek olabilir, yapıcı bir rol oynayabilir. Raporun vardığı sonuç bu. Bu sonucun anlamı ise bugüne kadar yalnızca ordusunun gücüyle Batı sistemi içinde işlevsel olabilen Türkiye'nin artık "yumuşak gücü" ile Batı ittifakına ve dünya sistemine katkı yapabileceğidir.
|