Emperyal düşler
Eylül saldırılarıyla başlayan, Afganistan ve Irak savaşlarıyla devam eden dönemde dünya siyasetine yeni bir şekil verilmeye çalışıldığı konusunda bir mutabakat var. Bu bağlamda ABD'nin bir imparatorluk kurmaya çalışıp çalışmadığı, bunu yaparken kullandığı yöntemler ve bu dürtünün ardındaki unsurlar derinlemesine tartışılıyor. Bu bağlamda en çok tartışılan konulardan biri, Türkiye'yi de yakından ilgilendiriyor. Soğuk Savaş düzeninde şekillenmiş olan "Batı", kendisini var eden Sovyet sistemi alternatifi ve askeri tehdidi ortadan kalktıktan sonra varlığını sürdürebilecek mi? Irak savaşyla iyice ortaya çıkan Fransa-Almanya bloğu ya da AB ile ABD arasındaki çatışma, uzlaşmaz bir çelişkiye mi delalet ediyor? Türkiye'nin en özgün düşünürlerinden Çağlar Keyder de, Memalik-i Osmaniye'den Avrupa Birliği'ne başlıklı, okuyana geniş ufuklar açan kitabında bu soruyu irdeliyor. Keyder'e göre Batı hayalinin iki farklı somutlanmasının emperyal projeleri birbirinden farklı. "Bu farkın bir boyutu emperyal amaçlara ulaşlmasında kullanılan değişik stratejiler: Amerika'nın 11 Eylül sonrası başvurduğu savaş ve işgal stratejisine karş, AB'nin, kuralları kabul eden ülkeleri kendi istekleriyle bünyesine alma yoluyla genişlemesi. İkinci fark, globalleşmenin yönetiminde... tektaraflılık karşsında hukuki meşruiyete önem veren çok taraflılık".
Truva atı olur muyuz? Bu karştlık çerçevesinde Türkiye'nin Batı içinde yapacağı tercih de kendisine biçtiği geleceği belirleyecek. Bu denli kesin ve keskin hatlarla konulan bir karştlık ister istemez ABD'nin Türkiye'ye AB konusunda verdiği desteğin niteliğini de sorgulatıyor. Örneğin, , Keyder'in kitabıyla ilgili Virgül dergisindeki yazısında Faruk Tabak, herhangi bir veriyle destekleme gereği duymadan Clinton'un Türkiye'nin üyeliğine verdiği desteğin samimiyetsiz olduğuna hükmedebiliyor. Bu bakış açısında Türkiye, tıpkı bazı Avrupalılar'ın söylediği gibi, AB'yi bölecek, zayıflatacak bir Truva atı olabilir. Bu yaklaşmlarda iç siyasetle dış siyaset arasındaki ilişki hatta daha genel olarak siyasetin özgünlüğü bazen devre dışı kalıyor. Öncelikle Clinton döneminde Batı içindeki kavgaların çatışmalara yol açmamış olduğunu hatırlamak gerekir. Halbuki Bush döneminde azan tektaraflılık, Clinton döneminde de vardı. Küreselleşmenin niteliği konusundaki görüş ayrılığı da ortadaydı. Ancak bu sürtüşmeler Amerikan hegemonyasının bu sertlikte sorgulanmasına ya da onunla çatışmaya girilmesine de yol açmıyordu. Bu perspektiften bakıldığında, Türkiye'yi genel Batı ittifakı içinde tutmak ve bunu AB kurumsal çerçevesi içinde gerçekleştirmek ABD açısından da gerçekçi bir hedefti.
"Savaşa destek vermezdik" Bunun ötesinde ABD'deki demokratik sistemin askeri güce dayalı emperyal hırsları ne ölçüde taşyacağı sorusu da halen gündemde. ABD Senatosu'nun dün yayımladığı Irak savaş öncesinde istihbarat değerlendirmelerini kıyasıya eşleştiren rapor, bu bağlamda büyük önem taşyor. Komisyon'un başkan yardımcısı Jay Rockefeller basın toplantısında yönetimi istihbarat örgütlerine baskı uygulamakla suçladı ve "Bugün bildiklerimizi o gün bilseydik 75 oyla bu savaşa destek vermezdik" diyebildi. ABD'nin 1980'lerden beri gelen iç dinamiklerinin sopalı emperyal projeye uygun bir siyasi ve zihinsel iklim yarattığı doğru. Ancak Amerikan demokrasisinin ve yerleşik seçkinlerin de cephanesi tükenmiş değil. Batı içi yeni bir mutabakatın kurulması da olası. Tam da bu nedenlerle kasımdaki başkanlık seçimleri tarihi öneme sahip. Türkiye için daha iyi olabilir yanılgısıyla Bush'u desteklemek de o nedenle pek akla uygun bir tercih sayıla-
|