|
|
|
|
|
|
Avrupalılar'ın bayramı
Hiç kuşkusuz bundan yirmi yıl, hatta on yıl önce kimse inanmazdı pazar akşamı yaşananların olabileceğine... Avrupa'nın "en doğu"sundan küçük bir ülke çıkacak; devlerin ve şöhretlerin kupasında herkesi ipe dizerek Avrupa'nın en büyük kupasına ulaşacaktı. (Avrupa'nın en doğusu evet; Türkiye gelene kadar böyle!) Yunanistan "Euro-2004"ü kazandı. Hem de hiç tartışılmayacak sonuçlarla... Kadrosunda futbolseverlerin hemen aklına gelebilecek "tek bir" şöhretli oyuncusu yokken!.. Artık tüm futbol "otorite"lerinin de kabul ettiği gibi bu şampiyonluğun "tek bir" açıklaması vardı: Futbol bir takım oyunuydu... Pahalı yıldızların "ışık saçma" yarışına girdiği "sirk gösterileri"nin başarı getirmediğini "ülke" bazında Real Madrid kanıtlamıştı. "Ülkeler" bazında da Yunanistan noktayı koydu: Takım olabilen, takım ruhunu yakalayan kazanırdı. Bir de kazanmak isteyen... Yunanistan bu kupayı kazanmak isteyen taraftı. Hatta bütün takımlar arasında en çok kazanmak isteyen taraftı. Futbolcularından önce, tribünleri ve sokakları dolduran taraftarları yüksek sesle dile getirdiler kazanma istek ve iradelerini. İstemek ve "kafaya koymak" değil miydi bu dünyada her şeyin başı... Yıllar önce, Avrupa'nın kapısını ısrarla ve inatla çalan bir "Türk takımı" da aynı şeyi yapmamış mıydı? Kazanmayı herkesten çok istememiş miydi? "Zafer"i çok önceden kafasına koymamış mıydı? Ve bu satırların yazarı önceden "beyinde ve yürekte" kazanılan o "unutulmaz" zafer için şu halk beyitini hatırlatmamış mıydı? "Ben atıma bindiğimde Ben pazara girdiğimde Alıyorum dediğimde Bütün pazar alınmıştır!.."
***
Pazar akşamı Lizbon'da "Estadio da Luz"un tribünlerini dolduran 62 bin 500 kişinin ancak dörtte biri Yunan taraftarlardı. Ama tribünlere hakim olan onlardı. Kazanan da onlar oldu. Evet; bundan yirmi yıl, hatta on yıl önce kimse inanamazdı pazar akşamı yaşananların olabileceğine... İnanılması güç olan Yunanistan'ın şampiyonluğu değildi yalnızca. Asıl inanılması güç olan, maçtan sonra Lizbon sokaklarında tanık olunanlardı. Maçtan hemen sonra on binlerce kişi sokaklara döküldü ellerinde bayraklarıyla. Manzara şaşırtıcıydı: Portekiz ve Yunanistan bayrakları yan yana dalgalanıyordu. Portekizliler ve Yunanlar kol kola; birlikte eğleniyorlar, birlikte şarkı söylüyor, birlikte dans ediyorlardı. Hatta, maçın sonucunu bilmeyen biri, bu manzaraya bakarak şampiyonluğu Portekiz'in kazandığını bile düşünebilirdi. Kaybetmenin hüznü, yarışmanın sevincine yenik düşmüştü... Son "an"a kadar yarışmanın. Bu satırları pazartesi öğleden sonra kaleme alıyorum. Hala korna çalarak geçiyor yollardan Portekizliler... Ve hala Portekiz bayrakları dalgalanıyor bütün evlerin pencerelerinde... Çok şeyler anlatıyor bu "renkli" fotoğraflar anlamak isteyenlere: Futbolda "ölmeye, ölmeye geldik" sloganlarının artık "mutlu futbol bayramları"nın karnaval bandolarının gürültüsünde yok olup gittiğini... Bir de... Yan yana dalgalanan Portekiz ve Yunan bayraklarına bakarken; "komşuluk" denen şeyin "coğrafi" bir olgu olmadığını... Yüzyıllardır birbiriyle "kıyı kıyıya" yaşarken bir türlü "iki komşu" olamayanlara inat; Avrupa'nın en doğusunda ve en batısında yaşayanlar "en sahici" komşu olabiliyorlardı işte... Hem de yenip yenildikleri bir maçtan sonra. Asıl komşuluk "ortak değer"leri paylaştığınız ve "ortak değerler bayrağı" altında toplandığınızda yaşanıyordu. Lizbon sokaklarında önceki gece tanık olunan "Avrupalı komşu"ların futbol bayramıydı!..
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|