| |
|
|
İç hesaplaşmamızı aralık sonuna kadar erteleyelim
Aralarına girmeye çalıştığımız Avrupa Birliği, yorgun bir kıtanın, çoğunluğu yaşlı insanlardan oluşan ve sosyo-politik kararsızlıklar içindeki toplumlara sahip ülkelerinden oluşuyor. Dilerim 12 Aralık'ta, AB'den Türkiye'ye "Müzakerelere Başlayalım" cevabı gelecektir. Şu anda Avrupalı olmak, bizim için, radikal biçimde yeniden yapılanmak anlamına geliyor. Ne yazık ki, bunu tek başımıza başaramıyoruz. Türkiye'nin siyasi ve idari yapısındaki statükocu oligarşiler, ancak dış dinamiklerin baskısı ile değişimi kabulleniyorlar. Alışkanlıklar ve kronikleşmiş kamplaşmalar, ne yazık ki "Cumhuriyet Rejimi"nin temel öğeleri biçiminde sunuluyor. Gelişmiş dünyada müzelik olan ya da marjinal kabul edilen ideolojik saplantılar, bizde "İlke" biçiminde algılanabiliyor. Yani Avrupa Birliği üyeliği hedefi, bizim için dış politikadan çok iç politikayı ilgilendiren bir "Değişim Projesi"dir. Eğer biz böyle olmasaydık, bugüne kadar defalarca Avrupa ülkelerinin çoğunu her alanda geçmiş bulunurduk. Japonya, Güney Kore veya Malezya, sanki Avrupalı oldukları için mi, kendilerini aşabildiler? Veya İsviçre Avrupa Birliği üyesi mi? 1930'lardan kalma kökten devletçiliğe ve katı kambiyo rejimine takılmasaydık... "Serbest Piyasa Devrimi"ni 1950'lerde yapabilseydik... Her açıdan şimdi başka yerde olurduk. Birbirini izleyen döviz krizlerini ve bunların ardından gelen askeri müdahaleleri, bir kader gibi kabul etmedik mi? Çok geriye gitmeyelim. 1991'de Başbakan olan Demirel, rövanşizme takılmayıp o zamanki Cumhurbaşkanı Özal'la didişmek yerine güç ve akıl birliği yapsaydı, 1990'lı yıllar ziyan olmazdı. 28 Şubat 1997 post-modern müdahalesi de, 18 Şubat 2001 ekonomik krizi de yaşanmazdı. Yaşını başını almış sivil kadrolara, 21'inci yüzyıla girerken el çırpıp "10'uncu Yıl Marşı" söylemek ve iki yüz yıllık 9'uncu Senfoni'yi "İşte çağdaş uygarlık" diye göstermek ayıbı yakıştı mı? Bütün bunları bilip hatırladığımız için, Avrupa Birliği hedefine sarılıyoruz. AB kriterlerine uymak zorunda kaldığımız zaman, kendimizi aşacağımız için istiyoruz bunu. Yoksa, biliyoruz ki, "Avrupalılık" da fazla özenilecek bir olgu değil güncel siyaset ve ekonomi açısından. İnanmıyorsanız, gidin Türk pazarındaki Avrupa şirketleri ile Türk şirketlerinin rekabet ettiği alanlarda soruşturun. Avrupalıların merkeziyetçiliklerini, karar alma mekanizmalarının yavaşlığını, saplantılarını görün. Avrupa, uygarlık tarihinin mirasını yiyen yaşlı ve yorgun bir kıta! Kendilerini iki dünya savaşından da kurtaran ve Marshall Planı ile fonlayıp yeniden kalkındıran, arkasından da Sovyet Kızıl Ordusu'na karşı koruyan Amerika'ya duydukları kompleks, Avrupa siyasetinin temel dürtüsü. Avrupa'nın ortasındaki Bosna soykırımına karşı bile, Amerika "Yeter artık" diyene kadar seyirci kalmadılar mı? Türkiye, kendisini statükoculuğa mahkum eden yapısını değiştirmeyi, eğer AB hedefi sayesinde başarabilirse, dinamizmi, gençliği ve girişimci kadroları ile Avrupa'yı aşacaktır. Böyle bir ikilem var AB hedefine doğru giderken önümüzde. Avrupa gibi olmak için değil, Avrupa'yı aşmak için bu hedefe kilitlendik. Bunu Avrupalılar da bildikleri için tedirginler. Komünist Doğu Almanya, Almanya'nın yedeğinde AB'ye girerken, ne bir kritere uyum, ne bir rapor aradılar. Türkiye içinse, hala kaşın üzerinde göz aramaları kolay anlaşılmıyor mu? Diyorum ki. Şu aralık ayına kadar, takıntılarımızı bırakıp, hedefe kilitlenelim. Sonra yeniden siyasi ve ideolojik hesaplaşmamızı yaparız.
|