| |
|
|
Sade yöneticiler değil, seçmenler de sorumlu olmalı
Padişah 2'nci Abdülhamid, ömrünün son döneminde yazdığı anılarında, onu Japon İmparatoru Meji ile mukayese edip, "Sen başarısızsın" diyen muhaliflerini akılsızlıkla suçlar. Kitabı tatile çıkarken yanıma almadığım için satır satır aktaramıyorum merhum padişahın cümlelerini. Hatırımda kaldığı kadarı ile siz sayın okurlarıma aktarayım: - Japonya bir ada. Hepsi aynı dili konuşur Japonlar. İmparatorlarına adeta taparlar. Osmanlı topraklarında ise her milletten, her dilden, her dinden insanlar yaşar. Osmanlı toprakları içinde bir iş yaptığınız zaman ya Ruslar, ya Avusturyalılar, ya da başka devletler rahatsız olur. Ermeniler bomba patlatır, Bulgarlar veya Sırplar ayaklanır. Beni biraderim Meji ile mukayese etmek, akılsızlığın ta kendisidir. Türkiye Cumhuriyeti de neticede, Osmanlı'nın çekirdeği değil mi? Ortadoğu'da, Balkanlar'da ve Kafkaslar'da ne olursa, bunun yansımalarını Anadolu'da da hissetmiyor muyuz? Bosna'da veya Çeçenistan'da, yahut Irak'ta olup bitenleri, hala "Bizim sorunlarımız" olarak algılamıyor muyuz? Yetmezmiş gibi, kültür ve inanç çatışmaları da, olanca yoğunluğu ile hüküm sürmekte. Batı dünyası, Türkiye'ye bu yüzden "İslam ülkesi demokrat ve laik olabilirmiş" diye özel bir dikkatle bakmıyor mu? Aslında sade kültürümüz değil, ekonomimiz ve siyasetimiz de, özel bir konumda. Kanımıza ve yapımıza sinmiş bir "Kökten Devletçi" ideoloji içinde, serbest piyasa ekonomisini yerleştirmeye çalışıyoruz. Adı "Anayasal Çoğulcu Demokrasi" olan rejimimizde, egemenliğin millete mi, devlete mi ait olduğuna, henüz tam karar vermiş değiliz. Demek istiyorum ki, böyle karmaşık yapıya sahip olan bir ülkeyi yönetmek de, o ülkenin vatandaşı (veya seçmeni) olmak da, büyük sorumluluklar getiriyor herkese. Kendimize benzemeyen yurttaşlarımıza kızıp, "Ah Atatürk yaşasaydı böyle mi olurdu" demek, ne bilimsel akla, ne çağdaş gerçekçiliğe sığar. Bazen başı örtülüleri, Bazen Kürt kökenlileri, bazen de başkalarını işaret edip "Cumhuriyet Muhafızı" rolüne soyunmak, bu ülkenin dirliğini ve düzenini sarsan gelişmelere yol açabilir. Hafta sonu Zaman'da Nuriye Akman'a konuşan Prof. Dr. Kemal Karpat'ın bazı düşüncelerini hatırlatarak bu yazıyı noktalayalım: - Kararlarımızı şu ülkenin nasıl oluştuğunu öğrenerek, yaşanmış olaylara hürmet ederek ve bu toplumun tarihini bilerek alalım. Peşin hüküm vermeyelim. Aman Avrupa'da şöyle olmuş, Amerika'da şöyle olmuş diyerek değil, bu toplumda ne olmuş, bunu biliyor muyuz, bilmiyor muyuz? Ben diyorum ki doğru dürüst bilmiyoruz. - Hayatımı bu toplumun tarihini, yapısını anlamaya adadım. Bunların neticesi olarak diyorum ki, laiklik konusunda bu toplumun evrimini göz önünde tutmak zorundayız. Bu toplumda bugün, laikleşme, Atatürk'ü kabul etme, çağımıza uyma, artık toplumun ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bunu görmeyen bir dinci, İslam'a göre bir düzen kurmaya kalkarsa, başarı sağlayamayacağı gibi, bu toplumun başına ancak dert açabilir. - Ama, şunu da unutmamak gerekir ki, bu toplumun bir tarihsel, kültürel kimliği vardır. İslam da bunun bir parçasıdır. Bu toplumun geleneğine göre gelişmiş bir din anlayışı vardır. Bunu laik geçinen kimselerin anlaması, laiklik eşittir dinsizlik gibi bir mana çıkarmaması lazım. Her dini çıkışı laik aleyhtarlığı olarak görürseniz, o zaman bu toplumun gerçek kimliğine cephe almış ve ikilik yaratmış olursunuz. - Dinci denilen cephe, hiç olmazsa şimdiki görüntülerine göre, demokratik, laik, Atatürkçü bir çizgiye girmiştir. Yani AK Parti'yi kastediyorum. İslamcı grubun barışa doğru çok büyük bir adım attığına inanıyorum. İkinci adımın öbür taraftan gelmesi lazım.
|