Bir, iki, üç yetmez!..
Batı ile Doğu, Avrupa ile Asya arasında "köprü" olmayı biraz abartmak üzereyiz. Bir, iki tamam da, sıra üçüncüye gelince. Köprülerin iki kıtayı ve iki yakasını birleştirdiği düşünülen İstanbul'dan ziyade, köprülerin esir aldığı, şöyle bir kulp, bir çanta, poşet sapı gibi kapıp götürdüğü yahut zincirleyip şeyinin üstüne oturttuğu bir İstanbul'un resmidir üçüncüsü. Yeşili biraz daha kazımak ve binlerce aracın daha karbon kusmuklarını kentin yıpranmış akciğerlerine üflemek medeniyette biraz aşırılık olmaz mı? Hele ortada, akıl edilmiş ve mümkün başka alternatifler de varken. Yeni bir köprü ile çevre yollarının rantını bekleyenler, yeşili iştahla yutmak üzere sotada olanlar dışında, her İstanbullu'nun da biraz "Arnavutköylü" olması gerekir sanki. Biraz "Arnavut", yani inatçı... Biraz "köylü", yani havasına, suyuna, ağacına tutkun. Çocukluğunda "İstanbul 1 milyon oldu" müjdesini işitmişliğin nostaljisiyle değil, şimdi "10- 15 milyon" diye, neredeyse bir ülke nüfusu kadar "yanılma" payıyla anılan bir kentte böyle düşünmek lazım esas. Kenti taşıması için, su ve hava kaynağı Boğaz ile tepelerine ve oradan da havzalarına uzanan bir "gerdanlık" daha kondurmak yerine, kentin "toplu taşınması"nın, ille de otomobile teslim düşmemesinin yollarına tutkun olmak lazım. Hem, bir "gerdan"a bu kadar "gerdanlık" fazla değil mi, sakil değil mi, görmemişlik değil mi? Gerdan gerdanlık gergedanlaşmamız, yakıp yıkıp tahrip ederek dere tepe düz gitmemiz şart mı?
Kimileri, bu köprülerin Rus bebekleri matrioşkalar gibi birbirini doğurduğunu, üçüncünün de doğar doğmaz dördüncüye gebe kalacağını söylüyor. Üçüncüye gerek ve istek duyanlar, en azından bu amipleşmeyi doğruluyor. "İkinci Dünya Savaşı'nı bitirdiğini" düşünüyorsanız, atom bombasını da gerekli görürsünüz. Suyu ve güneşi, enerji kaynağı olarak yeterince dost kılamamışsanız, elektrik açığına karşı nükleerin şart olduğundan da eminsinizdir. Demiryollarınızı pelteleştirmişseniz, şehirlerarası otobüs mantarlaşmasının tek çözüm olduğu tartışılabilir mi? Üç tarafınızdaki denizi, yol ve yolculuk değil, sadece bir küvet ya da havuz, belki akvaryum yahut salt manzara telakki etmişseniz, yakalarınızı ve kıyılarınızı kavuşturmak için ancak karadan gidersiniz. Her bir köprü kentin talanına bir dozer gibi yer ve yol açarak kendi kalabalığının dumanında boğulmuşsa, yenisinden başka çareniz olabilir mi? Sebepler ile sonuçların tepetakla edildiği bir dünyada ve onun bu baş aşağı haliyle "normal, doğal" algılanışında, sorunlar da çözüm zannedilir. Köprüden köprüye el sallanır. Bence bu da yetmez; üçüncü bile asla kafi değildir: Her bir köprü de birbiriyle, Boğaz'a paralel akan başka köprülerle birleştirilmelidir! Ve bir gün hepsinde dijital panolarda şu yazmalıdır: "Havamız kalmadı solumaya Suyumuz kalmadı serinlemeye Ağacımız kalmadı bir gölgeye Köprüler yaptırdık gelip geçmeye" Derken, dijital müjdeci son durumu bildirmelidir: "Ayranımız yok içmeye Köprülerle gideriz .ıçmaya!"
|