Sahici trenlerle oynayan çocuk
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi Biz eskiden seninle/ İstasyonları dolaşırdık bir bir O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar/ Nazilli kokardı Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası Kil gibi ince İstanbul yağmurunun altında/ Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen ... Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler"
*** Yok olan bir şeylere benzerken trenler Edip Cansever'in "Mendilimde kan sesleri"nde, üstlerinden demiryolu geçen Kızılderililer de "canavar"ın kan izlerinde yok oluşlarına ağıtı çoktan yakmış, çoktan unutulmuşlardı. Bir yandan "kurucu, birleştirici" idi trenler; yok ettikleri, ayırdıkları, hasrete gömdükleri kadar. Gecikmiş Alman emperyalizmi, Anadolu üstünden Bağdat'a acele acele ray koşturduktan bir süre sonra, genç Cumhuriyet "yurdu demir ağlarla örmek"le gururlanıyordu. İlerleme, gelişme, gurur ve yayılma, hep demiryolundaydı. Ölüm kamplarının marşandizleri de, milyonlarca askerin son el sallayışları da, umutların, hayallerin, yıkımların devrimcileri de raylardan akıp gitti.
*** "Demir ağlarla örülen yurdumun" kentlerini kavuşturamamış, insanlarını kucaklaştıramamış, örülememiş ağlarına hüzünlenirdim de... İlk gençliğimin aç, parasız, vizesiz iki gecelik Milano-İstanbul tren yolculuğunun ardından kendimi "demiryolu"nu öpmüş buluverdim: Üniversite öğrenciliğimin ilk yılları, Yenikapı'da "İstanbul Demiryolu İşçileri Sendikası"nda geçti. Hayatı ve umutları paylaşmanın, cer atölyelerinden hat boyu yol işçilerine kadar demiryolu kardeşliğinin inanılmaz mutluluğu. İşçilerle birlikte yazdığımız demiryolu tiyatrosu, onu bizzat işçilerin sergileyişi, İstanbul'dan Alpullu'ya turnelerimiz, eğitimler, kitaplıklar, direnişler, sözleşmeler. Adapazarı, Eskişehir, vagon fabrikaları. Büyük Erzincan depremini orada, istasyon şefi olarak yaşamış merhum enişteye, "demiryolcu" selamı. Sirkeci Garı'nda eylem. Bir el hareketiyle trenlerin hep bir ağızdan çığlığı, mavi tulumlarıyla atölyelerden çıkan, vagonlardan peronlara boşalan işçiler. Zafer başkan, Salih kardeşim, Nezih abi, Ali usta. Ankara'da büyük "Demiryolu Kongresi". Kongre yolunda, önümüzdeki tren kazasının ölüleri. Sincan'da uzun uzun ve acı acı bekleyiş. Avrupa'nın her köşesinde, trenden trene, kasabadan kasabaya, sınırdan sınıra koşan yolculuklar sonra. İstasyonları otel kılışım. "Gare"lardan "baunhof"lara, soğuk, polis köpekli geceler. Anonslara, evsizlere, sidik kokularına, telaşlı koşulara ya da hüzünlü bekleyişlere karışan yarım uykular. Askerliğime taşıyan Isparta treni. Japonya'da uçakla yarışan Şinkansen'in hızında kayboluş. Pencereden dünyanın, dünyadan bakınca pencerenin yok oluşu. Yok olan bir şeylere benzeyen trenler!
*** Koca bir gururun ardından acımasız bir unutuş ve ihmale terk edilen "demir ağlar"a dair her iyi haber, mutlu eder. Nevzat Atal'ın yanda aktardığı "demiryolu rönesansı" umutları gibi. Orhan Veli gibi: "Bir tren sesi duymayagöreyim/ İki gözüm/ İki çeşme." Serde "demiryolculuk" var ya, "duyguyorum"u eminim bağışlarsınız. Kim bilir, belki, Atilla İlhan'la birlikte, "Son tren kalkıyor içimin garlarından" diyesim gelmiştir; yahut Enis Batur'un o harika "Sahici trenler için oyuncak kitap"ına dalıp "Sahici trenlerle oynayan çocuk" olmak istemişimdir yine.
|