Kimine de bunları yazmak düşer
Birkaç yıl önce, medyanın da "lojistik" desteğinde, hepsi "ölmeye müstahak terörist" görülü yordu. Ne kimin hangi suçtan mahkum oldu- ğu... Ne kimlerin, mahkumiyet bir yana, "yıllar süren tutukluluk hapsi"nde, henüz "suç kesinleşmediği" için yasalar karşısında sadece "sanık", hatta henüz "suçsuz" bulunduğu... Ne "suçlar" ile "cezalar"ın adalet terazisinde adil dengeye sahip olup olmadığı... Ne de, devletin doğru davranıp davranmadığı, cezaevi direnişinin cezasının "öldürmek" mi olması gerektiği... Hiçbiri tartışılamıyordu bile. Herkesin parlak etiketi haline gelen "demokratlık, hukuk devleti talebi" gibi cilalar, bu bahse gelindiğinde acele acele kazınıyordu. Çünkü "onlar terörist"ti! Onların yaşama hakkını savunacak kadar demokratlığın ve insanlığın lüzumu yoktu.
109 kişi olmuş, cezaevlerinde ya da hastanelerde "terörist" sıfatıyla ölenlerin sayısı. Ve hala sanılıyor ki, isimleri "terörist" olduğu için, hepsi adam öldürmüş, sağı solu bombalamıştır. Sanılıyor ki, hepsi bu suçlardan mahkum olmuştur. Muştur ve zaten kendileri de bunu seçtiği için, ölmüştür, hatta iyi de olmuştur! Çünkü maalesef, terörün de azdırdığı "terör korkuları" ve "terörist tanımının genişliği" yüzünden, vicdanlarımız ve beyinlerimiz de "terörize" idi. Oysa şimdilerde ufak ufak, adeta yeraltına gömülmüşken yerüstüne sızan gerçekler var. En önemlisi şu: Türkiye'de onca insan, onca genç, apaçık "terör eylemi" ile cana, mala kastetmediği halde, bugün değişen ve de- ğişecek yasalarla "suç" da olmaktan çıkan ya da çıkacak "suçlar" kapsamındaydı. Duvara yazı yazdı, dergi dağıttı diye "terör örgütü üyesi" ya da "yardım ve yataklık yapan" sayıldı. Bu tür "suçların itirafları"nda işkence hazır nazırdı. "Terörist" sanılanların ve öyle ölenlerin çoğu, henüz suçu kesinleşmemiş, henüz mahkum olmamış, yıllarca "tutuklu" tutulanlardı.
Dünkü Sabah'ın manşetinde, Sonat Canıdar'ın haberinde, ablasının kamerasından, cezaevi hastanesinde ölüme giderken hayata gülümsemeye çalışan bir "insan" vardı. 15'inde duvara yazı yazmaktan içeri giren, sonra "lisedeyken 19'unda girip bir daha çıkmayan Lale". Yine dün, Milliyet'te Gökçer Tahincioğlu'nun haberi, Burdur Cezaevi operasyonunun "meşhur kol"unun sahibine dairdi. Dozer darbesiyle kopan kolu köpeklerin ağzına düşen Veli Saçılık. Yeniden yargılanıp beraat etmişti. Koluna mal olan (hayatı da olabilirdi) mahkumluğu, artık beraat ettiren "gazete satarak örgüte yardım ve yataklık"tandı, birçok genç gibi. Yine dün, henüz mahkum bile olmadan tam 8 yıldır "tutuklu" kalan (tanımadığım) Özgür Uyanık'ın mektubu ulaştı. Artık var olmadığı kabul edilen bir örgüte üyelikten davası sürüp duruyor, ama 8 yılı içeride geçiriyordu. "Anlatması uzun sürer" dediği işkencelerden geçti- ğini, 1996'daki işkence iddiası üzerine aradaki yıllarda yapılan muayenelerinin savcılığa gönderilmediğini, ancak "2003'te, 7 sene sonra vücudunda işkence izi arandığını" söylüyordu. "Hakkımı ülkemde aramak istiyorum" diye Adalet Bakanlığı'na başvurup sonuç alamayınca Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne gitmişti: "Tutuklandığımda 22 yaşındaydım. Yıllar geçti, Türkiye'de çok şey değişti. Bir tek bizim durumumuz değişmiyor. Oysa, Haluk Kırcı'yı bile tahliye edecek madde buluyorlar." 78'lilerin haklarını ancak 2004'te de olsa iade eden milletvekilleri, her "terörist"in terörist olmadığını anlayıp anlatabilse.
|