Bakkalı, kasabı kandırıyorlar...
Hatırlayanlar bilir, eskiden hemen her sokakta bir terzi vardı. Sonra konfeksiyon atölyeleri ortaya çıktı. Terzilerin pek çoğu elendi, fark yaratanlar ayakta kaldı. Geçmişte kimse terzileri korumak amacıyla kanun hazırlamadı. Örneği, Alışveriş Merkezleri ve Parekendeciler Derneği Başkanı Demir Sabancı verdi. Kaç zamandır süpermarket ve hipermarket sahipleri, yöneticileri olarak, dilleri döndüğünce, 7 kez değiştirilen "Büyük Mağazalar Kanun Tasarısı"nın ekonomik gerçeklerle bağdaşmadığını anlatmaya çalışıyor. Sabancı, "Tılsımlı kelime rekabet. Hiçbir regülasyon rekabeti engellememeli" derken haksız mı? Gelişmiş ülkelerin parakende pazarı genelde kurumsal organize şirketlerin kontrolünde. Örneğin Amerika'da Wal-Mart'ın günlük cirosu 1 milyar dolar. Tüketici, ölçek ekonomisinin nimetlerinden yararlanan bu tip şirketler sayesinde daha ucuza mal satın alabiliyor. Ayrıca her şey kayıt altında olduğundan vergi kaçağı en az seviyeye iniyor. Türkiye'de 50 milyar dolar tahmin edilen perakende pazarının yüzde 70'i yerel market, bakkal, büfe, sabit pazar ve seyyar tezgahlar tarafından yapılıyor. Şehir dışına çıkarılmak istenen marketlerin pazar payı ise yüzde 30, yani 15 milyar dolar civarında. Devlet bu tip marketlerin yaptığı cironun yaklaşık yüzde 30'unu (dolaylı ve doğrudan olmak üzere) vergi olarak alıyor. Geleneksel yapı verimsiz. Ayakta kalıyorlar çünkü vergi üretemiyor, kayıtdışı çalışıyorlar. Bu tespit, elbette bir genelleme. Müşteri hizmeti, kaliteli servis ile kendisine yer edinen nice bakkal, kasap olduğunu da söylemeliyiz. Mc Kinsey'in yaptığı araştırmaya göre, geleneksel/organize perakendeciler arasında aynı ürünün satış fiyatı arasındaki yüzde 20-30 fark var. Yine araştırmaya göre yıllık 8 ile 10 milyar dolar arasında vergi kaybı, geleneksel pazarın, geleneksel kayıtdışı çalışma yönteminden oluşuyor. Ve yaklaşık 2.5 milyon kişiyi kayıtdışı istihdam ediyorlar. Bir siyasetcinin bu tabloyu savunması mümkün mü? Mevcut yasa tasarısı 400 metrekarenin üzerinde olan marketlerin çalışmasını zorlaştırıyor. Şehir dışına atmaya çalışıyorlar. Fiyat indirimleri bile izne bağlanmak isteniyor. Adeta milyonlarca tüketiciye kayıtdışı ve verimsiz çalışanlara mahkum olun mesajı veriliyor. AB'de 1 milyon kişiye 15 hipermarket ve 150 süpermarket, Türkiye'de ise 1 milyon kişiye 2 hipermarket ve 16 süpermarket düşüyor. Onlarda organize perakendenin pazar payı yüzde 50 ile 96, bizde ise yüzde 30 (Kaynak AC Nielsen) Tablo bu kadar net. Buna rağmen Türk ekonomisinin en önemli dinamiğini oluşturan organize kurumsal şirketlere yönelik düşmanlık nereden kaynaklanıyor? Kabul etmeliyiz. Ekonomik gelişim "bakkal amcanın" lehine değil. Artık tüketiciler, enflasyon düşüşüyle, yüzde 10-15'lik fiyat farklarına karşı daha duyarlı olduğu da hesaba katılmalı. Kamu otoritesi ise organize pazarın birkaç firmanın eline geçmesini önlemeli. Yarın, Migros, Tansaş, Carrefour veya başkalarının hakim durumlarını kötüye kullanmalarını nasıl engelleyeceğiz? Bu eksende bir reforma ihtiyaç var. Ticaret odaları, esnaf odaları ise, üyelerini kandırmak, hayali düşman yaratmak yerine, verimli ve ölçek ekonomisine uygun yapıları teşvik etmeli. Örneğin esnaf biraraya gelmeli alım, satım birlikleri kurabilmeli, semt pazarları hipermarketler gibi örgütlenmeli.
|