Sosyal ile Hıristiyan Demokrat
Türkiye, Avrupa Birliği ekseninde iki "demokrat" Alman lider ağırladı. Sağdaki "Demokrat", Merkel, Türkiye'nin "neden AB'ye tam üye olamayacağını" anlatma çabasındayken... Soldaki, Schröder, iki ayak üstünde yalan söylemiyorsa, giderek daha fazla kanaat getirdiği üzre, Türkiye'nin "tam üye olması gerektiği" zaviyesinde. Hepsinin politikacı olduğu, ilkelerden çok pragmatik sebeplere dayandıkları, kendilerini düşündükleri, samimiyetlerinin su götürdüğü, tavırlarını gündelik hesapların belirlediği filan söylenebilir. Çoğu doğrudur da. Ancak, ikisi arasındaki farkı yaratan ciddi unsurlardan birinin, "demokrat"ın önündeki tarihi sıfat olduğunu da görmeliyiz.
*** O sıfatlar, sadece bugünün siyasi mevzilerini değil, zamanla yontulmuş, evrilmiş yahut rendelenmiş olsalar da, tarihin, geçtikleri yolların; üstlerinde, ruhlarında bıraktıkları izleri, edindikleri mirastan vicdanda kalanları da taşır. Topluma, toplumlarındaki mağdurlara, bu arada yabancılara, başka ülkelere, halklara, kültürlere, dinlere bakışlarını etkileyen de odur. Parti liderliklerinin bunlardan uzaklaştığı anlar çoktur; ancak, bizdekinin tersine, "ideolojik hizipler"e hayat hakkı tanındığı için, parti içi "hatırlatıcı" dinamikler de mevcuttur. Türkiye, Avrupa'nın sol, sosyal demokrat, sosyalist ve yeşil partileriyle çelişkili biçimde yüzleşip durdu. Bir açıdan bakıldığında, insan hakları meselesinde en çok eleştirenler onlardı; o kadar ki, "her türlü melanetin teşvikçisi" olarak görüldüler. Oralarda ise, solcu, sağcı, İslamcı, laik; Türklerin çoğunluğu, geleceklerini, güvencelerini, adam yerine, insan yerine konmanın ufkunu bu partilerde arıyordu. Aşırı milliyetçi, yer yer ırkçı, dışlamacı, kibar ya da açık yabancı düşmanı sağa karşı, bu sol partiler, sığınacak, desteklenecek, destek aranacak, içinde politika yapılacak siyasi mevziler oldu. Şu sırada o çelişkinin bir başka tezahürü ile yüzleşiyoruz. Samimiyetlerin sorgulanması bir yana; Türkiye'de demokratikleşme adımları atıldıkça, toplumda ve siyaset ile devlette, insan hakları ve demokratikleşmenin gereklerine karşı direnç kırıldıkça, "Avrupa solu" ile Türkiye arasında bir anlayış köprüsü tesis ediliyor... Türkiye'nin dışlanmaması yönünde bir irade beyanı ortaya çıkıyor.
*** Bizim liberal, muhafazakar, hatta milliyetçi sağlar ile muhafazakar, milliyetçi, rejimci solların kafasının karıştığı bir istasyon bu. Sosyalist Enternasyonal'e katılmakla solcu, sosyal demokrat olunamadığı gibi... "Muhafazakar demokrat" olduğunu, "Müslüman demokrat" sayılabileceğini beyan edip Avrupa'daki hemcinslerinin, "ortak değer" arkadaşlarının "Hıristiyan demokratlar" olduğunu zannetmenin de yanılgısı. Aynen, "muhafazakar" yanılgının, daha vahim biçimde, ABD'de Cumhuriyetçiliğin en azgın versiyonu "Neo-muhafazakar şahinler"le "kanka" pozisyonda "demokrat" olmaya kalkışması gibi.
*** "Demokratlık" sadece "demokratik rejime inanıp inanmama" meselesi değildir. Toplumların, bireylerin, halkların, başka halkların, ırk, etnisite, dil, din, milliyet unsurlarına rağmen; eşit, adil, saygın biçimde gözetilip gözetilmediğine, dışlayıcı değil kapsayıcı, en azından hor görmeyici oluşuna dair genetik yapıdır aynı zamanda. Hıristiyan ya da değil, "Muhafazakarlık", "demokratlık"ı hazmetmekte bu genetik zaaftan ötürü zorlanır; mesela, CHP'nin "sosyal demokratlık" iddiası, genlerindeki "demokratlık" mirasının zayıflığından ötürü havada kalır. Nereden geldiğiniz nereye gideceğinizi hiç mi etkilemez!
|