Pastoral senfoni
BİLİYORUM, insanoğlunun uzun (belki kısa) macerası daha farklı dönemlere ayrılıyor ama... Bir de bunu deneyelim: 1. . Doğaya tabi olma devri; 2. . Doğanın farkında olup ona güçler atfetme, onu yorumlama devri; 3. . İnsanın kendine güven ve doğayı değiştirme devri; 4. . İnsanın kendini kaybetme ve doğanın içine etme devri; 5. . Doğanın yok oluşuna hayıflanma ve intikamına şaşırma devri. Bir süredir, en azından yeryüzünün çeşitli köşelerinde kimilerinin öncülüğüyle bu beşinci madde alarm veren bir farkındalığa dönüştü. Farkındalıktan sivil toplum örgütleri, siyasi hareketler çıktı, var olan siyasi yapılar mecburen doğayı kapsama alanlarına aldılar. Sanırım "6. Devir" başladı: Doğayı kendi dengesine iade edebilmek için düşünme, tartışma, eylem, hatta panik devri.
*** Karl Marx'ın felsefeye yüklediği, "Dünyayı yorumlamakla yetinmeyip onu değiştirme" sorumluluğunu belki herkes paylaşmamıştır ama... Yeryüzüne ilişkin tam da böyle oluvermişti. İnsanlık, bilimle dünyayı anlamak ve yorumlamakla yetinmeyip "faydalı" biçimde dönüştürmeyi başardı. Lakin bu "fayda" aynı zamanda öylesine ihtiras ve aymazlık yüklüydü ki, "dönüşme"; büzüşme, buruşma, kırışma, çürüme, çökme, aşınma ile yüklenmişti. Doğanın taşıyamayacağı, ancak ezik büzük bir köşeye çekilip "pastoral senfoni" bestelemek yerine, insanlığın ihanetine "felaket, kıyamet"le cevap hazırladığı devre gelinmişti. "Bilimsel gelişme" adına kutsanmış nice muhteşem marifet, elbet bir sürü fayda getirmiş olsa da, bugün 6 küsur milyar, yarın 7, 8, 9 milyar insanı taşıyamayacak ölçüde yorgun, bitkin, hırpalanmış bir "doğal olmayan doğal ortam"ın da sorumlusu oldu. Otomobil uçar giderdi ama, saçtığı gaz "doğal" değildi ki. Aynen, şu satırları üstüne döktüğüm kağıdın, yerine konulmadığı takdirde yokluğuyla bizi felaketlere bir satır daha yaklaştıran bir ağacın dönüşmüş, açıkçası ölmüş hali olması gibi.
*** Felsefeye eğer akıl ve dönüştürücü eylem bütünlüğünü yüklüyorsak... Şimdiki devir, "Dünyayı yorumlama, dünyaya kaybettirdiklerini anlama ve dünyayı kendisine dönüştürme" dönemi. Bu sorumluluk ancak, insanın hayatı kendi ömür süresinden ibaret saymamasıyla, iyisiyle ve kötüsüyle miras edinmiş olduğunun ve miras devredeceğinin de farkında olmasıyla doğar. Vicdanda kıpırdar, akılda yoğunlaşır, eyleme uzanır. Ve salt doğaya, toprağa, havaya, suya ilişkin göründüğü anda bile, insanlığın durumuna, garip zenginliği ile tuhaf yoksulluğuna ilişkin "siyasal" bir kavrayıştır da. Hem zenginleşmenin, büyümenin, gelişmenin densiz, hissiz, muhteris taraflarının yeryüzüne saçtığı kansere karşı tavrı gerektirir... Hem de, Nevzat Atal'ın "TEMA dosyası"nın ortaya koyduğu gibi... Toprağın erozyonunu önlemek için seferber olurken köylünün yoksulluğuyla tanışır. O yoksulluğun, çaresiz ve kör bir şekilde ormana ve ağaçlara saldırmasını önleyebilmek için, sadece "ağaç dikelim, ormanı sevelim" şarkılarıyla yetinmez, bizzat yoksulluğun koşullarına da tavır zorunluluğuyla yüz yüze gelir.
*** Birkaç iyi adam, onların çabaları; toplumsal, insani ve doğal sorumluluklar açısından umursamazlığa gömülmüş ortamların parlak yıldızlarıdır... Lakin yetmez. "Doğanın erozyonu", aklımızın ve vicdanımızın erozyonunun artık durmasını sabırsızlıkla bekler!
|