"Adamım" meselesi biraz tuhaf!
Başbakan'ın, "şirketlerinden gelen para olmasa geçinemeyeceğini" söylemesi belki dobralık, samimiyettir... Tarihinin büyük bölümünü kayırmacı, ahbap-çavuş ilişkili iktidarlar altında geçiren... Özellikle "merkez sağ" liderlerin ya kendi zenginlerini ya da kendi zenginliklerini yaratmasına alışan Türkiye'de belki "daha mütevazı bir ölçü" olarak da değerlendirilebilir. Ama genel "etik" tartışmasının yanında bazı noktalar çok önemli.
*** Birincisi; Kendi kurduğu mantığa göre, Başbakan'ın "daha iyi geçinebilmesi" için, şirketinin daha çok satış yapması gerekiyor. Ve bu şirket, rekabetin yoğun gözüktüğü gıda gibi bir sektörde, en büyüklerden, piyasada en hareketli olanlardan birinin uzantısı. Yani herhangi bir "kendi halinde iş" değil, rakiplerin bazen birbirine de girebildiği, çok sayıda değişkene bağlı bir sektör söz konusu. İkincisi; Bir süre önce SABAH'ın "Pazartesi dosyası"nda ele alınan şeker pancarı-şeker mısırı gibi bir mesele söz konusu olduğunda, Beyaz Saray'daki sayılı dakikalı Bush ziyaretinde ABD Başkanı "Cargill" şirketi için kota artırımı ricasında bulununca... Cargill'in Türkiye'deki bir ortağı, mısırdan elde edilen ucuz şekerimsinin en büyük müşterilerinden biri kim, gibi sorular gündeme geliyor. Oraya da, Başbakan'ın şirketinin dağıtımcılığını yaptığı büyük firmanın gölgesi düşebiliyor. Üçüncüsü ise daha genel, daha ciddi bir sorun:
*** Hangi kökenden gelirlerse gelsinler, özellikle merkez ve sağında hangi partiden olurlarsa olsunlar, başbakanların bagajlarında "iş, şirket, sermaye, kar, iş dünyası" gibi kavramlarla ilişkilerin "aşırı ağırlık" arz etmesi. Ya doğrudan o dünyadan sermayedar, sermayedar akrabası olarak geliyorlar yahut yine o dünyanın yöneticileri olarak çalışmış oluyorlar. Ekipleri de genellikle öyle oluşuyor. O zaman da, ülke sorunlarına bakarken, belli bir şirketin, bazı firmaların yahut sektörlerin kayrılması bir yana... Hakim eğilim, genelde "iş dünyasının, sermayenin kayrılması" oluyor. (Türkiye'de yüksek rütbeli subayların da, emeklilik sonrası "ikinci hayat" açısından bu eğilimi kuvvetli!) Bazen, rakipler arasında yapılan kaba ayrımcılık ve kayırmacılık da çok yaşandı; ama en iyi ihtimalde dahi, "kaynakları sınırlı" bir ülkede, çıkarları çatışabilecek farklı sınıf ve kesimler arasında "taraf tutulması" pek muhtemel. "Taraf", içinden gelinen, hala "geçim" gerekçesiyle içinde bulunulan ve cümleten ekonomik ve siyasi güçleri sayılarına oranla daha fazla olanlar elbette. Ne kadar iyi niyetli, dürüst, adil olmaya çalışırsanız çalışın, ne görmüşseniz, ne biliyorsanız ve nasıl geçinmişseniz ya da geçiniyorsanız, alışkanlıklarınız, hayata bakışınız da odur! Tabii, ayrıca iyi niyetli, dürüst ve adil olmama riski de, bu ülkedeki engin tecrübelerimiz ışığında, yabana atılır değil!
*** Derken, ayaküstü, tribünde olsa da, Gençlerbirliği-Parma maçında Başbakan'ın Yavuz Donat'a söylediklerine bakıyorum da... Başbakan Parma başkanını soruyor, Donat, "Parmalat skandalı" yüzünden o işadamının hapiste olduğunu söylüyor... Başbakan da, "Benim adamım Berlusconi mi hapse attı?" diyor. "Adamım"ın çok "Amerikanca" olduğu, hatta hapse atmak gibi işlerin başbakanlara değil, yargıya bağlı olması (yoksa değil mi?) bir yana... "Adamım" da, başbakan olmasaydı hapiste olabilecek kadar zengin ve karanlık bir şecereye sahip. Hadi İtalya başbakanı, hatta nikah şahidi oldu ama, şaibeli bir "işadamı"nın "Adamım" olması şart mı!
|