En dı Oskar gooz tuu!....
Ödül kazananlara verilen "Oscar" heykeli sahiplerine uzanırken hep aynı ses duyuldu önceki gece: "En dı oskar gooz tuu (and The Oscar goes to!)" Oscar heykelinin kime gideceğini anlatan bu kısa sunumdan sonra sahne alan "hayal kahramanları" kimi zaman gözü yaşlı, kimi zaman hayli heyecanlı konuşmalarla onları o kürsüye taşıyan herkese teşekkür ediyorlardı. Önceki gece de öyle oldu. Oscarlar sahiplerini buldu. Akademi ödüllerinin 76 yıllık tarihinde ilk kez bir film tek başına 11 ödül birden aldı. Yüzüklerin Efendisi rekor kırdı. O saatlerde başka ve uzak ülkelerde ise "evlilik yüzükleri" üzerine kurulmuş programlar izlenme rekorları kırıyordu. * * * Amerika Birleşik Devletleri kendisini dünyanın jandarması sayıyor. Dünyanın "nizam"ını sağlamayı kendi üstüne vazife kabul ediyor. "Arka bahçe"sinden "okyanus aşırı" ülkelere kadar dünyanın dört bir yanında esip savuruyor. Geçen bu yıl zamanlar yeni (!) jandarmalığı için hazırlıklıkların son aşamaya geldiği günlerdi. Kılıç kınından çıkmış bileniyordu. ABD'nin Irak'a müdahalesinin eli kulağındaydı. Tam da o günlerde yapılan Oscar törenine ABD'deki "savaş aleyhtarı" hava damgasını vurmuştu. "Müzmin muhalif" Michael Moore'un ödül alırken yaptığı ve ABD Başkanı'na; "Senden utanıyorum Bay Bush!" diye seslendiği konuşma, Oscar törenlerinin tarihine kaydedilmişti. Daha da önemlisi; Moore'un konuşması bir iki cılız protesto sesine karşılık, salonu dolduran "hayal kahramanları"ndan büyük sempati ve destek görmüştü. Bir yılda köprülerin altından çok sular aktı. ABD'nin "Irak savaşı" beklenenden kısa sürdü. Ülkedeki muhalif sesler yine duyuluyor yer yer. Ancak bu yılki tören, "savaş gündemi"nden uzaktı. Billy Crystal'in okyanus aşırı ülkelerdeki askerlere gönderdiği "yorumsuz" selamdan ve perdeye yansıyan "Rumsfeld ve Saddam"lı bir-iki ufak espriden başka bir şey duyulmadı. * * * Evet... Amerikan sineması, görkemli bir törenle daha "hayal kahramanları"nı ödüllendirdi. Töreni izleyen öteki ülkelerin insanları, sinemacıları, sinemaseverleri, sinema sevmezleri; ekrana yansıyan filmlerden görüntüleri izlerken, "o" muazzam sinema şölenine bir kere daha şapka çıkardılar. Zaman zaman ideolojisiyle ve anlattığı hikayelerle "hemfikir" olmasalar da o filmlerdeki "hayallerin kudreti" konusunda "yiğidi öldürüp hakkını teslim" ettiler. Ancak... Her seferinde, Amerikan sinemasının hakkını her teslim edişin ardından aynı söylemi tekrarlamaktan da geri durmadılar: "Holywood çok büyük bir sektördü. Dev bir ekonomiye sahipti. Çünkü o sinema dev bir ülkenin sinemasıydı. Onunla baş etmek ve yarışmak hemen hemen imkansızdı." Oysa sorulması gereken çok daha temel bir soru vardı: Amerika büyük bir ülke olduğu için mi "hayal gücü büyük" bir sinemaya sahipti. Yoksa, sinemada izdüşümünü bulan "hayaller"e sahip olduğu için mi büyük bir ülke olmuştu? Bence ve önce bu soruya yanıt bulmalı herkes. Hayallerimiz (ve mesela sinemalarımız) ne kadar büyükse; o kadar büyük bir ülkemiz olacak. Düşler ve gerçekler aleminde hayallerinin ölçüsü olmayanların; sahip oldukları kudretin de sınırı olmayacak. Başkalarının hayallerine hayret ve gıpta etmekten vazgeçip, kendi hayallerinizi kurmaya başlayın bir an önce hayal perdesinde!.. Ödülü hayatınızdır!
|