| |
|
|
Gazete-içi polemiklerin ölçüsü kaçırılmamalı!..
Sabah gazetesinin yazarları olan bizler de, aramızda polemiklere giriştiğimiz için, diğer gazetelerin içindeki köşeler- arası tartışmaları ilgi ile izliyorum. Rüzgar gibi geçen 44 yıllık gazetecilik yaşamımda, bu tür iç polemikleri, her dönemde ve her gazetede gördüm. Eğer bazı kriterlere uyuluyorsa ve polemiklerin amacı okura daha ilgi çekici bir gazete sunmaksa, bunlar yararlıdır, doğrudur. Örneğin bizim Sabah'ta geçen haftalarda Hıncal Uluç, Emre Aköz ve bu satırların yazarının çeşitli konular üzerinde sürdürdüğümüz tartışmalar, bence hoştu.. Bu tartışmalara, Cumhuriyet'ten beri arkadaşım Refik Durbaş da katkıda bulundu.. Radikal'de Hakkı Devrim, cesaret veren yorumlar kattı.. Umur Talu, taca çıkan toplara vurmaya çalıştı. Hürriyet'ten Fatih Altaylı, oyuna katılmayı denedi. Bizim Sabah'taki yazıişleri toplantısına katılanlar veya Sabah kadrosunun ilişkilerini bilenler, bunun, Bab-ı Ali geleneğine uygun bir arkadaşlık ocağı olduğunu da görürler. Bir Savaş Ay'ın haber peşinde nefes nefese koşması, bir Balçiçek Pamir'in söyleşilerinin rüzgarına kapılması, Memed Güler-Şirin Sever ikilisinin "Günaydın"ı ikinci bir gazete gibi özenle hazırlamaları, Şelale Kadak'ın biz yazarları basın dışı iş dünyası ile tanıştırma çabaları, Mansur Forutan'ın büyümemekte direnmesi.. Bu arkadaşlarımızla bir aradayken, aynı meslekten olmanın ve aynı heyecanı paylaşmanın zevkini yaşarız. Bir dönem Cumhuriyet de, Milliyet de böyleydi. 28 Şubat öncesi Sabah da böyleydi. Sonra bir an gelir... Her köşe ve her masa, sanki birer siyasi fraksiyon oluverir. Çok yakın geçmişte mesleğin ve arkadaşlıkların ortak hazlarını paylaşanlar, birbirlerini "Hain", "Karşı Taraf", "Düşman" gibi görmeye başlarlar. Geçmişte genellikle böyle oldu. 28 Şubat öncesi Sabah'ta da böyle oldu. 12 Mart öncesi Cumhuriyet'te de böyle olmuştu. Demek istediğim şu: Gazeteleri bir "Şirket" veya bir "Siyasi Parti" olarak algılamak, o gazetenin felaketini de hazırlar. Aynı bordrodan maaş alanların, o bordroyu bir siyasi manifesto olarak görmekten kaçınmaları şarttır. Gazete patronları siyasi parti lideri, genel yayın yönetmenleri de partinin genel sekreteri değildir. Şu anda Türkiye Avrupa Birliği yolunda çok önemli bir dönüm noktasında bulunduğu için, üyeliğe taraftar ve karşıt olanlar arasında, ciddi gerginlikler yaşanıyor. Eğer gazeteciler geçmişten ders almaz ve AB konulu mücadelenin cepheleri gazeteler içinde açılırsa, bizim meslek büyük yaralar alır. Çünkü serde "Şarklılık" var. Bazılarımızın genlerindeki bilgi, onların uygarca ve meslek etiğine uygun biçimde görüşlerini açıklamalarını, aydınlatıcı polemikler yapmalarını engelliyor. Karşıt görüş sahiplerine "Hain" veya "Satılmış" ya da "Karen Fogg'un Çocukları" demek, daha kolay geliyor onlara. Eğer bu tür davranışlar aynı gazetenin sütunları arasında sahnelenirse, sonuç gazete için iyi olmaz. Yani, bazı iç-polemikleri, meslek açısından endişe ile izliyorum.
|