| |
|
|
Ankara'nın senaristleri Yeşilçam'ı unutturuyor!
Acaba bizi Yeşilçam'ın senaristleri, yönetmenleri mi yanılttı? Kim bilir kaç bin tane film seyrettik. Kötü adamlar, iyi adamlar, kötü kadınlar, iyi kadınlar vardı bu filmlerde. Toprak ağaları da vardı. Bazen köylünün suyunu kesen, bazen tarlalara el koyan toprak ağaları... Ama hiç "Şeriat istiyoruz" diyen cemaat liderleri ve onların sakalını öpmeye çalışan müritler yoktu Yeşilçam filmlerinde.. Ediz Hun Filiz Akın'a aşık olur, Hulusi Kentmen de ikna olunca, piyano eşliğinde romantik danslar edilirdi. Muhterem Nur'un ameliyatla gözleri açılınca, Fikret Hakan sevincini içten bir gülümseme ile belli ederdi. Türkiye ya "Hababam Sınıfı"na devam ederdi ya da Cüneyt Arkın'ın peşinde Rumelihisarı surlarından Bizanslılar'ın üzerine atlardı. Şimdi bakıyorum, televizyonlardaki canlı eğlence yayınları bile, daha fazla Türkiye gerçeklerini yansıtıyor. Televizyon stüdyolarında koyunlar otluyor, "Sıra Geceleri" sabah sabah yapılırken, bir kenarda çiğ köfteler yoğruluyor. Başı örtülü, başı açık, tıraşlı veya sakallı izleyiciler de bir arada el çırpıyorlar. Biz kendimizi hep, 19 Mayıs gösterilerindeki şortlu genç kızların ülkesi mi zannettik? Yeşilçam'ın senaristlerinin hayal bile etmedikleri bir tehlikeyi, acaba Ankara'nın senaristleri mi kaleme almaya başladı? Stephen King'e taş çıkartacak gerilimlerle dolu bir korku filminin prodüksiyonu mu hazırlanmakta? Özetle kafamız karışık. Laila ya da Reina'daki toplum kesitinin, Fatih Camii avlusundaki toplum kesitinden uzaklığını da, yakınlığını da kestirecek durumda değiliz. "Bu görüntülerle Avrupalı olamayız" diye, kendilerince Batı'nın giysilerine gönderme yapanları, Batı "Bu demokrasi anlayışı ile Batılı olamazsınız" diye reddediyor. En fazla ihtiyacımız olan şey, toplumsal akıl sağlığı ve bilinç şu anda. Her toplumda farklı kesimleri birbirinden ayıran özellikler vardır. Siyasetin de, idarenin de erdemi, ayıran değil birleştiren öğeleri ön plana çıkardıkları ölçüde artar. Türkiye'nin buna ihtiyacı var. Her gün belirli köşelerden ve merkezlerden, farklılıkları kaşıyıp, yara haline getirmeye çalışanların, toplumda artık marjinal olduklarını görmek istiyoruz. Bunu, dünya da böyle görmek istiyor. Türkiye'de istikrarsızlığı ve demokrasiyi sabote etmek, aynı zamanda, tüm çevremizdeki bölgenin istikrarını da sabote etmek anlamına gelmekte. Tekrar eski Yeşilçam'ın pembe filmlerinin dünyasına dönmek mümkün değil. Ama Atatürk bulvarlarını da, "Elm Sokağı" na çevirmeye çalışmamalıyız.
|