| |
Boğucu şartların dekonsantrasyonu
Yüce milletimize geçirilen yeni vergileri dün sabah tv kameralarına anlatırken Maliye Bakanı Unakıtan'ın çektiği "sıkıntıları" hissetmeye çalıştım. Tarihte her hükümetin bir maliye bakanı olmuştur hep ve bu talihsiz koltuğa oturan insanlar, ne kadar "seçilmiş" olurlarsa olsunlar, mecburen acımasız bir "devlet memuru" kesilmişlerdir. Bütün öteki bakanlar kendilerine ayrılan bütçeleri kemal-i afiyetle harcarken, Maliye Bakanları hep mayın tarlasında yürümek zorunda kalmışlardır. Kemal-i afiyetle birşeyler yemeyi değil, yenilecek parayı bulmakla mükellef bakanın adının "Kemal" olması da kaderin ironik bir cilvesidir. Sonuçta Kemal Unakıtan da, milleti inleten bir memur olarak tarihe geçmektedir, bütün sevimliliğine rağmen... Bu öyle berbat bir durum ki, 'bunları iğneli fıçı makamına otururken düşünecekti', diye kestirip atamazsınız da... Her babayiğidin harcı da değildir, bir yandan en ağır vergileri getirip dayatırken, öbür taraftan bunun ne kadar mantıklı olduğunu anlatmaya çalışmak... Ortaya çıkıp, "Ödenecek bu kadar borç ve faiz varken, elimi mükelleflerin cebinden çıkarıp da nereye sokacağım?" diye savunma da yapamazsınız. Devlet dilinin inceliği ve diplomasisi var nihayet... O yüzden sayın bakanın, geçici deprem vergilerini bile "kalıcı" hale getirirken, bizi "doğru ve haklı" olduğuna ikna etmesini beklemek, vicdansızlık olurdu. Farzımisal, ışık hızı kuramını ortaya atan Einstein'dan, doğruluğunu ispat etmesi için ışık hızı ile gidebilen bir uzay gemisi yapmasını istemeye benzerdi böyle bir davranış... Kaldı ki, Einstein'ın hem kuramı doğru idi, hem ışık hızı ile gidecek bir gemi yapmasının imkansızlığı doğru idi. Benim derdim şu: Birileri ve neredeyse herkes, sürekli devleti savunurken, savunmasız kalan milleti savunmaya çalışmak... Diyor ki sayın bakan, "Kayıtdışı ekonomi hepimizin yüzkarasıdır." Çok doğru ama Fransa, Almanya veya Amerika için doğru... Ne yazık ki Türkiye için değil... Sermaye birikimlerini sağlamaya çalıştıkları dönemlerde o ülkeler de bizim durumumuzdaydı. Kimse vergi vermek istemiyor, sadece yatırım yapmak ve büyümek istiyordu. Ne zaman ki "yeterli sermaye birikimi" sağlandı, ondan sonra düzenli vergilere geçilebildi. Sermayenin güdüklüğü Türkiye'nin ve her seviyeden Türk yatırımcısının en büyük sorunudur. Bugün Türkiye'de bir tek kişiyi bile istihdam edecek olan yatırımcı, o kişiye sağladığı her 100 lira için devlete 42 lira ödemek durumundadır. Devlet, bugünkü hantal ve masrafçı yapısı ile bütün özel sektörün "dolaylı ortağı" durumundadır. İşte bu sebeplerle, insanlar "kayıtdışına" temayül halindedir. Bunun, objektif şartları varsa, "kayıtdışı" da devam edecektir. Çözüm başka yerde: Boğucu durumun alt edilmesi için, şimdiye kadar harekete geçirilmemiş "yeni kaynakların" yaratılması gerekiyor. Kapitalizmde, hiçbir yatırımcının "asgari geçim standardına" razı olmasını isteyemezsiniz. İsteseniz de razı olmaz zaten... Devletin içine sürüklendiği boğucu şartları "dekonsantre" etmek için, mükellefi daha fazla boğmak çözüm değil.
|