| |
|
|
İmar Bankası faciasında, reklamcıların payı var mıdır?
Tasarruflarını, İmar Bankası'nda mevduat hesabı açarak, Hazine Bonosu alarak değerlendirmek isteyen yüz binlerce insanın serüvenini, aylardır izliyoruz. Burada, haklı olarak "Kamu", yoğun eleştirilere hedef oldu.. "Devlet Güvencesi" kavramı, bu olay yüzünden eski ağırlığını yitirdi. Bence, İmar Bankası skandali dolayısıyla, "Uzan Ailesi"nin de, en az kamu kadar eleştirilmesi gerekirdi. Ancak olay siyasi bir zemine de taşındığı ve medya sermayeleri arasındaki savaşa da malzeme olduğu için, "Gerçekten Tarafsız" odaklar, İmar Bankası'ndaki rezaletin sorumluluğunu, Uzan Ailesi'ne yeterince yüklemediler. Eğer yeryüzünde "Bankacılık" diye bir kavram varsa, İmar Bankası'nda görülenler, hiçbir tanıma sığmıyor. Yani mevduat sahipleri, Kamu'ya olduğu kadar Uzanlar'a da öfkelenmiyorsa, değer ölçülerinde bir çarpıklık vardır. Ve bu vesile ile, "Reklamcılık" da, herhalde tartışma odağına artık getirilmelidir. Ne deniliyor? Dün Fatih Altaylı da, İmarzedeler'in hakkını savunurken, aynı savı tekrarlamıştı: - İmar Bankası'ndan bono alanlar haksız biçimde mağdur edildiler.. Tek hataları, "Hazine bononuza yüksek faiz İmar Bankası'nda" diyen ve hem SPK'nın, hem de BDDK'nın gözü önünde yayınlanan "Yalan" reklama inanmış olmaktı. Evet.. İmar Bankası faciasında, "Reklamcıların sorumluluğu", nedense hiç gündeme getirilmiyor. Gelişmiş bütün ülkelerde, medyanın olduğu gibi, reklamcılığın da öz-denetim kurumları var. Örneğin İngiltere'de tıpkı Basın Konseyi gibi bir "Reklam Konseyi" var. Bu konsey, içeriği yanlış ve yanıltıcı olan reklamları yapanları da, yayınlayanları da uyarıyor. Sadece, tasarrufunu daha iyi faizle değerlendiren yüz binlerce amatör insanın, bir bankanın iç yapısını bilmesini isteyeceksiniz. Bunların tasarrufları batınca da, "Neden kamu bankalarına yatırmadınız paranızı" diye hesap soracaksınız. Buna karşı, bir bankadan milyonlarca dolar alarak, kamuyu yanıltan reklamları hazırlayan profesyonelleri sorgulamak, hiç aklınıza gelmeyecek. İçi boş vaatlerin veya karşılığı olmayan parasal değerlerin reklamını azgın kampanyalarla sürdüren reklamcıların, bundan sonra benzer durumlarda, "Ben tanıtımını yaptığım işin sağlığından kuşkuluyum" demek gibi bir davranışları da olmalıdır. Bu bazen bir siyasi partinin tanıtımı da olabilir veya bir markanın imaj çalışması da... Şöyle bir düşünün, yakın geçmişe dönük ve tüketici talebi yaratmaya çalışan reklam kampanyalarından bazılarını. Reklamcılığın duayenlerinden Eli Acıman'ın, reklamcılık literatürüne geçmiş bir vakası vardır. Yeni marka bir tıraş bıçağı için, Acıman'a geliyor şirket yöneticileri. Acıman, reklamını yapacağı ürünü, önce kendisi denemek istiyor. O tıraş bıçağının ilk üretimi olduğu kendisine söyleneni alıyor. Sabah, yüzüne köpük sürmeden, sadece yüzünü ıslatarak tıraş oluyor. Tıraş bıçağı, sakalını peynir gibi kesiyor. Ürünün mükemmeliyetini görünce, müthiş bir kampanya hazırlıyor Eli Acıman. Tıraş bıçağı çok satılıyor.. Ve bunu bir alan, bir daha almıyor. Çünkü bu tıraş bıçakları, hiçbir sakalı kesmiyor. Meğer Acıman'a verilen, İngiltere'de yaptırılan örnek ürünmüş. Konuya dönersek.. İmar Bankası'nın ve diğer Uzanlar şirketlerinin reklamlarını yapıp, para kazanan reklamcılar, acaba paralarını İmar Bankası'na yatırdılar mı? Gerçekten onlar da İmar Bankası'nı güvenilir buluyorlar mıydı ve yakınlarına "Bu bankaya güvenin" diyorlar mıydı?
|