| |
|
|
Avrupa Birliği karşıtları Kıbrıs takıyyesini bırakmalı!
Hep düne dönük yaşamak, tabii ki daha kolay. Fatih'le, Kanuni'yle övünerek milliyetçilik yapmak da, doğal olarak, fazla bir çaba gerektirmiyor. Alırsınız alışılmış cümleleri... - Atalarımızın kan dökerek fethettiği toprakları, müzakere masalarında veremezsiniz, dersiniz.. Ama biraz kendinizi zorlayıp, "Tarih" denilen sürecin içine yerleştirirseniz bu söylemleri, başka gerçekleri de görebilirsiniz. Osmanlı'nın da, Cumhuriyet'in de "Yükseliş Dönemleri", biz Türkler'in, dünya konjonktürü ile uyumlu gittiğimiz zamanlara rastlıyor. Atatürk de, eşsiz sezgisi ile bunu görmüş ve Batı ile savaşarak kurulan Cumhuriyet'i, "Batılı" yapmak hedefini koymuştur. Emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı verip, savaş sonrasında emperyalistlerin alfabesini, hukukunu ve siyasal sistemini benimsemek, başka türlü nasıl izah edilebilir? Ve Atatürk'ten sonra işbaşına gelen her bilinçli yönetim, dünya konjonktürünü dikkatle izleyip, Türkiye'nin iç ve dış politikasını ona göre ince ayarlarla yönlendirmişlerdir. Tek partiden çok partili demokrasiye, korumacılık ve devletçilikten serbest piyasa ekonomisine geçiş, hep bu dünya ile uyumun yansımalarıdır. Darbe yapan askerler bile, geçiş dönemlerinin uzun sürmesi halinde Türkiye'nin gelişmiş dünyadan kopacağını görmüşler ve en kısa sürede kışlalarına geri dönmüşlerdir. 27 Mayıs'tan sonra Adalet Partisi'nin veya 28 Şubat'tan sonra AK Parti'nin iktidara gelmeleri, bu şekilde "Derin Devlet" tarafından da kabullenilmiştir. Bu tarihi bilinçle, Türkiye'den ne bir Saddam, ne bir Esad çıkabilmiştir. Şimdi Türkiye'nin önünde, yeni bir hedef var. - Avrupa Birliği ile, üyelik düzeyinde kaynaşmak! Aslında ekonomik kaynaşmayı, 1995'ten bu yana "Gümrük Birliği" ile gerçekleştirdik. Sonuç, ihracat ürünlerinin kalitesinden ve elde edilen pazar paylarından belli. Sırada, "Sosyo-politik" kaynaşmayı da sağlayacak "Kopenhag Kriterleri"ne uyum var. TBMM, bu uyumu da, iktidarı ve muhalefeti ile birlikte, gerekli yasaları çıkararak gerçekleştiriyor. Önümüzdeki tek problemli konu, "Kıbrıs'ta Çözüm" şeklinde görünmekte. Aslında, Avrupa Birliği üyelik hedefi olmasa da, Kıbrıs'ta çözümsüzlüğün çözüm olmayacağı kesindir. Kurulduğu günden bu yana, Birleşmiş Milletler camiası içinde, uluslararası hukuku en fazla gözeten ülkelerden biri olan Türkiye'nin, "Kıbrıs Sorunu"nu, dünyaya karşı anti-tez biçiminde, çeyrek yüzyıl kriz konusu halinde tutması yanlıştı. Bunun bedelini çok ağır ödedik. Şimdi bir kesim, yine "Dün"e sarılarak ve Girit'i, Balkanlar'ı falan hatırlatarak, Kıbrıs'ta Annan Planı'na uygun çözümün "Ver-kurtul" anlamına geldiğini söylemekteler. Açıkça "Biz Avrupa Birliği'ne de karşıyız" diyemedikleri için, takıyye yapıyorlar ve Kıbrıs'ı bahane ediyorlar. Meseleyi artık çarpıtmayalım. 1 Mayıs'a kadar Annan Planı kabul edilerek müzakere masasına oturulmazsa, Kıbrıslı Türkler de, Türkiyeli Türkler de, AB'ye giremiyor. Bunun lamı, cimi yok!
|