İstanbul'un bir ilçesinde iki gece süren sokağa çıkma yasağı..
Alışık olduğumuz bir durum değil..
Ortada siyasi bir gerginlik yok.. Olayları körükleyen terör örgütü de yok..
Güpegündüz.. İki mahallenin insanları.. Çoluk çocuk, kadın erkek, ellerinde taşlar sopalarla çatışıyorlar..
Neden?..
İşte bu 'neden' üzerinde çok durmalıyız..
Önce kısa bir ufuk turu..
50'li yıllarda İstanbul'a göç başladı.. Göçle birlikte himayecilik düzeni ortaya çıktı.. Biri verdi, öteki aldı.. Himaye eden, himaye ettiğinden hizmet bekledi.. Karşılığında onu korudu..
Sosyolojik terimiyle patronaj ilişkisi doğdu..
Sivaslılar Sivaslılar'ı, Karadenizliler Karadenizliler'i, Karslılar Karslılar'ı tuttu.. İstanbul gettolaşmaya başladı.
Kalacak yer de, çalışacak iş de böyle bulundu..
Yıllar geçti.. Bu yetmedi.. Ortaya siyasal patronaj çıktı.. Partili olmak önem kazandı.. İş karşılığında oy verildi.. Siyaset ağaları türedi..
Devlet kadroları, KİT'ler, belediyeler istihdam kapasitelerinin üç misli, beş misli doldurulunca partiler tıkandı.. Siyasi patronaj çöktü.. Çünkü devletin verebileceği, siyasetin vaadedeceği bir şey kalmamıştı..
Ama insanların tutunabilmek için himayeye ihtiyaçları vardı..
İstanbul'da tutunmak zordu..
Siyasi patronajın yerini bu kez tarikatlar ve dini gruplar aldı.. Yani dinsel patronaj..
İnsanlar bu sayede dışlanmışlıktan kurtuluyor, bir kimlik etrafında bütünleşiyorlardı ama, sadece o kadar..
Hep yoksul kaldılar.. Çocuklarının da sadece dinsel eğitim alarak bir yere varamayacağını gördüler.. Dinsel patronaj da bir süre sonra, tamamen olmasa da, etkisini yitirdi..
Türkiye'nin rekabetçi bir sisteme geçmesi gerekiyordu.. Uzmanlaşmış bilgi sahibi insanların birbiriyle rekabet ederek zenginleşeceği yerleşik bir düzene..
Bu da olmadı..
Büyük bir boşluk doğdu..
Patronaj sistemi çöktü ama yerine rekabetçi düzen gelmedi..
Üstüne üstlük ekonomik kriz, devletin iflası, varoşlarda yaşayanları 10 yıl geriye götürdü..
İş kapıları tamamen kapandı.. Gelecek kaygısı daha da arttı..
Ama bu insanlar tutunmak zorunda.. Köy ve kasabalarıyla ilişkilerini yıllar önce kestiler.. Dönüş yolları kapandı..
İşte bu yüzden, kentte kalmak için, yaşamak için geleneklerinde olan bir yönteme başvuruyorlar..
Bu yöntemin adı şiddet..
Çünkü onlar.. O topraklara yerleşirken de, devlet arazisine gecekondu yaparken de; elektriği, suyu kaçak kullanırken de hep aynı yönteme başvurdular..
Şiddete..
Boşluk eskiyi canlandırdı.. Hemşerilik bir kez daha ön plana çıktı.. Bu kez iş kapılarının açılması için değil.. Sadece ve sadece tutunabilmek için.. Ayakta kalabilmek için..
Giderek içlerine kapandılar.. Kendilerinden başka herkesi 'öteki' gördüler.. Herkesten korkar oldular.. Savunma kalkanlarını kaldırdılar.. Kentin ortasındaydılar ama kentle ilişkilerini kestiler..
İş ise zaten yoktu..
Eski bakan Necdet Menzir'in deyimiyle, İstanbul'un taşı toprağı altındı.. Altın bitti, toprak kaldı.. Asıl sorun da buydu..
Esenler'de ayrı mahallelerde yaşayan, iki farklı kültürden gelen iki kişi arasındaki alacak verecek kavgası, bu yüzden bir anda şiddete dönüştü..
İki taraf da o bölgede kalabilmek için bildikleri en kolay yönteme başvurdular..
Şiddete..