Türkiye'de bir ailenin ortalama 5 kişiden oluştuğunu kabul edersek, tüm ülkede 13-14 milyon aile yaşıyor.
Bunun 2 milyonu, "ben senden daha iyi yaşıyorum" türünden, garip bir yarış içindeymiş gibi görünüyor.
"Daha iyi yaşamanın" objektif bir tanımlamasını yapmak kolay değil.
Nedir "daha iyi yaşamak"?
Daha çok tüketme olanağına sahip olmak mıdır?
"Ben istediğimi ihya, istediğimi imha ederim" bencilliğiyle şahlanan bir egemenlik pozisyonuna sahip olmak mıdır?
Popüler olmak mıdır?
Evrensel bir özelliğe sahip olmak mıdır?
Yalan söylemeye ihtiyacı kalmamış bir düzeye ulaşarak yaşamak mıdır?
Salt sevdiği işlerle uğraşma ve zamanı unutma olanağına kavuşmuş olarak yaşamak mıdır?
Gizli pişmanlıkları olmadan yaşamak mıdır?
Hayal ettiklerini gerçekleştirerek yaşamak mıdır?
Yalnızlık çarmıhına gerilmeden yaşamak mıdır?
İnsanlığın hiçbir zaman unutamayacağı bir iz düşümü bırakarak yaşamak mıdır?
Emir almadan, emir vermeden yaşamak mıdır?
Severek ve sevilerek kimseye muhtaç olmadan yaşamak mıdır?
Geleceğinden hiçbir zaman kaygı duymadan yaşamak mıdır?
Fizyolojik yapısından hiç yakınmadan sağlıklı yaşamak mıdır?
Eskilerin "ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol" ilkesine uyumlu olarak yaşamak mıdır?
Bana sorarsanız Türkiye'deki 2 milyon ailenin kademeli olarak katılmaya çalıştığı, "ben senden daha iyi yaşıyorum" yarışı; gizli bir aşağılık duygusunu, güdüsel olarak rahatlatma yarışıdır ve kamçısını da piyasa ekonomisinin marka reklamları şaklatmaktadır. "Bilmem hangi marka ceketi giyerseniz, farkedilirsiniz" benzeri...
Hayat nedir?" sorusu, yanıtı bulunmayan bir soru...
Bir açık deniz kaptanının hayatıyla, bir orkestra şefinin hayatı aynı mıdır; yahut bir polisin hayatıyla, bir futbolcunun hayatı?
Bizim halk yığınları da; onların siyasal, bürokratik ve özel sektör alanındaki yöneticileri de; hatta üniversiteler de; "yaşam geometrisi" diyebileceğimiz, "meslekler"e dayalı değişik yaşam albümlerinin bilinci dışındalar...
Genç kuşaklar ise, kendilerinin eski kuşaklardan çok daha farklı oldukları kanısında...
Kuşaklar arasındaki fark, "koşullanmalar"ın değişiminden ortaya çıkan farktır.
Sevişirken gebe kalmaktan korkan eski kadın kuşağıyla, doğum kontrol hapı sayesinde korkmayan genç kadın kuşağı gibi..
Yoksa ne çarpı cetveli değişir kuşaklarla, ne de Arşimed'in dansite yasası...
Ve bir de:
- Harcadığın parayı nereden buluyorsun, sorusu..
Kuşaklar değişse de, değişmeyen soru: - Harcadığın parayı nerden buluyorsun?
Ve kuşaklar değişse de, değişmeyen sessiz yanıt hep aynı:
- Borç takarak, asalaklık ederek, yuttur-kaydır kurnazlığına girişerek, miras yiyerek...
Kazanç analizleri de, genellikle yine hep aynı kalıyor:
- Bulan buluyor şekerim.
Bu arada dünkü gazete haberleri de pek parlak değildi.
Yaklaştığı sık sık vurgulanmaya başlayan İstanbul depremi için, şimdiden çadırlar gelmeye başlamış.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın yayınladığı, 2001 yılı "insan hakları" raporunda; Türkiye, yine işkenceci ülkeler arasında gösteriliyormuş ve ilk kez "Kürt azınlığı" deyimi kullanılıyormuş.
Gerek Bağdat Caddesi'nde, gerek Nişantaşı'nda, gerek Yıldız yokuşunda; satılık, yahut kiralık mağaza, büro ve dairelerin sayısı arttıkça artıyormuş.
Kredi kartı sahtekârlığında da Avrupa birincisi olmuşuz.
Gösteri yarışına girenler yarışadursun; yarış dışı kalanlar da, enseyi karartmasın ve deprem sonrasını beklesin...