Ölüm cezasını, Türkiye'ye yakışmadığı için kaldırmalıyız
Ankara'nın Ulus'taki İtfaiye Meydanı'na 'Hergele Meydanı' da denir.
Köklü bir Ankaralı aileden gelmekle daima övünen babam, annemin İstanbulu'na karşı 'aslanlar gibi' (!) Ankara'yı savunurken, her adı geçtiğinde İtfaiye Meydanı'nı 'Hergele Meydanı' olarak düzeltmekten âdeta kafa tutarcasına bir zevk alırdı. Şimdilerde bunu artık çok önemsemediğini görüyorum. Annemle babamın arasında yaşanan Ankara- İstanbul başlıklı iddialaşma ve çekişmeleri, sanki ben onların annesiymişim gibi izleyerek eğlensem de, babamın 'Hergele Meydanı'yla ilgili anıları beni ürkütür, Dickens romanlarındaki buğulu, korkunç sahneler gibi içimi soğuturdu."Hayal meyal hatırlarım, ama hiç unutmam. Üç beş tanesini Ğgaliba- Hergele Meydanı'nda sallandırırlardı. Biz çocuklar gidip seyrederdik." Sallandırmak, asmak demekti ve idam cezasının en kısa, alaycı ve çarpıcı anlatımıydı. Daha sonra Ankara'nın sallandırma meydanına denk düşen İstanbul adresinin Sultanahmet Meydanı olduğunu öğrenecektim. Annem de Sultanahmet'te sallandırılanların hikayelerini ağabeylerinden duyarak büyümüştü. Yani o zamanlar ölüm cezasına çarptırılanlar meydanlarda idam ediliyor ve halk bunu görüp, korksun, ibret alsın diye 'sallandırılanlar' teşhir ediliyordu. Çok değil, bundan 70 yıl önce birer grotesk açık hava müzesi olarak meydanlarda iplere asılmış ölüler sergileniyordu. Benim kendi çocukluk anılarım arasında, sonradan çok fazla gördüğüm için net anımsadığım Yassıada İdamları'nın fotoğrafları vardır. Lise yıllarımın anılarında da Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idamları...
Tanrı'nın verdiği canı almak, Tanrı'ya en yakın güç olarak algılandığından, kralın/padişahın ağzından çıkan tek emir/fermanla birini öldürmek onun sonsuz otoritesinin bir göstergesiydi. Osmanlı'da 'kelle kopartmak, boğdurmak' cezaları yalnızca suçlu görülenlere değil, birçok, hem de ne çok kereler doğal iktidar ortağı olmak suçu işleyen (!) öz kardeşlere revâ görülen ve meşrulaştırılmış bir cezaydı. Fransızlarsa şıklığa ve özgünlüğe düşkün olduklarından, kelle kopartmak için karizmatik (!) bir araç icat ederek, adına giyotin demişlerdi.- Bu herhalde Fransızlar'ın icadından ötürü utandıkları tek makinadır.
Ama zaman durmuyor ki... Zamanla birlikte yaşanan teknolojik gelişme ve insan hakları konusundaki kazanımlar biz insankızları ve oğullarının inanç ve kavrayış sistemimizde değişiklere yol açtı, hemen her kavram gibi 'ayıp, yasak, tabu ve ceza' da tartışılmaya başlandı. Bunlar elbette insanlık evriminin bir parçasıydı(r) ve sorgulamak denen merak bir tek insana özgü belâlı bir yetenektir. İşte bu süreç içinde tartışmaya açılan 'ölüm cezası'nın aslında bir intikam biçimi olduğu ve suçtan caydırıcı etkisi bulunmadığı düşünülmeye başlandı. Türkiye, ölüm cezası konusunda çok acılı deneyimler ve sarsıntılar yaşamış bir ülkedir. Yassıada ve Deniz Gezmişler'in idamları, siyasi görüşünüz ne olursa olsun, bu gruplardan biri size ters düşecek biçimde idam edilenleri kahramanlaştıran mitler yaratmış, bu bakımdan caydırıcı olmamış ama en önemlisi bu idamlar vicdanlarımızda ve tarihimizde kara lekeler bırakmıştır. Türkiye'nin son 20 yıldır ölüm cezası uygulamayışının altında ne AB'ne yaranmak ne de Batı'ya şirin görünmek kaypaklığı yatmaktadır. Türkiye insanı vicdanındaki yaralar nedeniyle idamı alt-bilincinden silmek sürecine girmiştir. Biz 21.yy'da daha insanca ve demokratik yaşamak isteyen Türkiye insanının ülkesine ölüm cezası yakışmadığı için ölüm cezasını kaldıracağız. Bunu bugün ya da yarın yapacağız. Ama ne AB istediği, ne de APO yüzünden- APO'yu idam ederek kahraman yapmayacağız. Ölüm cezasını kaldıracağız ki, çocuklarımızın anılarında Hergele veya Sultanahmet Meydanları'nda sallandırılmış insan silüetleri olmasın. İdam cezasını kaldıracağız ve bunu Türkiye hakediyor diye yapacağız.
Yakında, çok yakında.
Geçen hafta notu Sevgililer Günü'nde andığım rahmetli Ferhan Bey'le ilgili yazıma yoğun okur ilgisi gösterildi. Hepsine ve konuyla ilgili güzel değinisi için Ferhan Bey adına Hıncal Uluç'a teşekkür ederim. Yaşasaydı, çok sevinirdi. Ali Poyrazoğlu'nun ütopik yazar/şairler mahallesi düşü de şahaneydi. Ama o mahallede 'kim çok okunuyor?' diye ne kavgalar(!) olurdu, buna hiç değinmemiş. Yine de düşlemesi bile çok güzeldi.
Öneri paketim
Haftanın filmi
Bu hafta önerebileceğim kadar severek izlediğim bir film yoktu. Ama eğer hâlâ görmediyseniz, Peter Jackson'ın Yüzüklerin Efendisi'ni öneririm. Sinema keyfi kadar, yetişkinlerin fantezi ve düşlerini ciddiye almalarını hatırlamaları için.
Haftanın şarkısı
Beatles A La Turka (DEF Orkestra) Her ne kadar alaturka deseler de bana Beatles A La Indienne-Hintli müziği gibi gelen bu şarkılar arasında "Love Me Do" en güzeli.
Haftanın kitabı
Erkekler İçin Divan (Murathan Mungan) İyi şiir özleyenlere, şiirseverlere, hatta şiir okuma alışkanlığı olmayanlara bile iyi gelecek şiirler.
Haftanın oyunu
Kendimce rekor kırarak, bir haftada 2 oyun izledim. Brecht'in Schweyk 2. Dünya Savaşı'nda (Şehir Tiyatroları) ve Çılgın Haftasonu (Tiyatro İstanbul) İkisi de kendi türlerinde iyi oyunlar, izlenebilir.
|