54'te kaç yaşındaydınız?
Ecevit'in Amerika gezisine katılan resmi Türk Heyeti "Türk-Amerikan stratejik ortaklığının ekonomik ve ticari ayağının güçlendirilmesi" konusunu dikkat çekici bir şekilde vurguluyor.
Gerçekten de, Ecevit'in gezisinde "Türk-Amerikan Ekonomik Ortaklık Konseyi"nin acilen kurulması, başına Ekonomiden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Alan Larson'un atanması ve bu kurulun ilk toplantısını 26-27 Şubat'ta Ankara'da yapması kararı alındı. Ekonomik ve ticari işbirliğine ısrarlı göndermeler, artık Türkiye'nin sadece "jeostratejik" önemiyle yetinmeyip, bundan böyle "ekonomik performansını" da geliştireceği mesajını veriyor.
Orta yaşı sürmekte olan her tecrübeli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi, medya haberlerini gereken ihtiyatla değerlendirmeyi öğreneli çok oldu. Susurluk Çetesi'nin "silahlı kanadına" ait kesinleşen mahkumiyet kararını ilk sayfalarda görmeyince de, kendi kendime sormayı; SAREM'in ilk toplantısında Genelkurmay Başkanı salona girince bir askeri birlik gibi herkesin ayağa kalkmasının "bağımsız, farklı" bir düşünce üretmeye uygun bir iklim yaratıp yaratmayacağının sorulmamasını da hâlâ yadırgamaya devam ediyorum.
ABD'den gelen "ekonomik performansımızı" artırmaya yönelik müjdeli haberleri de o refleksle okudum. Vaktiyle doktora tezimi, Türkiye'deki ABD ve Sovyet yatırımları üzerine yapmış, bu vesileyle iki süper ile ilişkilerimizi derinlemesine incelemiştim.
O çalışmadan türettiğim "Süperler ve Türkiye" adlı kitapta, Bayar'ın gezisi şöyle anlatılır:
"1954'te, Cumhurbaşkanı Celal Bayar Amerika'yı ziyarete gitti. Amacı 300 milyon dolarlık yeni bir kredi anlaşması yapmaktı. Fakat ABD bu isteği reddetti. ABD yeni bir yardımın reddedilişine gerekçe olarak devamlı artan dış borçları gösteriyordu. Ayrıca aşağıdaki önlemlerin biran önce alınmasını tavsiye ediyordu:
1- Enflasyonist politikanın tamamen terkedilerek yüzde yüz civarında seyreden enflasyon oranının geriletilmesi;
2- Tarım sektörüne dönük kredi ve sübvansiyonları durdurma;
3- Acil olarak bir vergi reformu hazırlamak;
4- Türk parasını devalüe etmek."
Bu reçetenin seslendirildiği günden bu yana neredeyse yarım yüzyıl geçmiş. Türkiye'nin kendi ekonomik sağlığı için zaten gerekli olan reçetenin ne kadar uygulandığına bugün bir daha bakalım.
Enflasyon elli yıl sonra da hâlâ en büyük sorun. Öyle ki, 2001 toptan eşya fiyat artışı yüzde 88.6, tüketici enflasyonu yüzde 68.5 oldu. Yeryüzünde artık enflasyon diye bir dert kalmamışken, Türkiye bu dertten mustarip, yüksek ateşle yorgan döşek yatıyor. Tarım sektörüne ait kredi ve sübvansiyon konusunda hedefe ulaşmaktan epeyce uzak, titrek girişimler yeni başlıyor. O zaman başlasak çoktan çözeceğimiz sorunun ilk sayfasını ürke ürke ancak açıyoruz.
Vergi reformu ise olduğu gibi uyumakta. Zaten IMF Başkanı Köhler de 50 yıl sonra yeniden Ecevit'e çözülmesi gereken sorunların başında kamu bankalarının olduğunu hatırlattıktan sonra, şöyle diyor: "İkinci sırada vergi reformu var, hâlâ vergi tabanını genişletecek işler yapılmadı."
65 milyonluk ülkede gerçek vergiyi bir avuç insan vermeye devam ediyor. O nedenle de kamu maliyesinin iki yakası biraraya gelmiyor. Zenginleşmek için radikal çözümler üretilmeyince, Türk parası devalüe olup durmakta...