
Aynalı Top, Altın Pop
Uluslararası İstanbul Caz Festivali Yönetmeni Görgün Taner ile DJ Style-ist (Metehan Çorumluoğlu), 'Aynalı Top, Altın Pop' partisinde bir araya geliyor. Tarih: 24 Ocak Perşembe. Yer: Beyoğlu Asmalımescit'teki Babylon. Görgün ve Metehan saat 20:30'da başlayacak gecede 1970 ve 80'lerin parçalarını çalacak. Toplanacak gelir İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'na aktarılacak. DJ'lerin dansa susamış kitleleri, hangarlarda plajlarda, keyfince dalgalandırdığı İbiza kuşağından değilim. O nedenle Açık Radyo'da program yapıp Akademi İstanbul'da ders verse de Metehan'ın tanımam. Ama Görgün'ü bilirim. Kadıköy Maarif'te sınıf arkadaşımdı. Hasta Fenerli idi. O kadar ki... Sınıfın erkekleri üçer kişiden minyatür kale ekipleri kurup, birinci ligteki takımların adlarını aldıklarında... Görgün, Fenerbahçe'de oynamıştı; biz ise sarı-lacivertli olmamıza karşın Eskişehirspor'a razı olmuştuk. Hem de hiç gocunmadan.
Sonra yollarımız ayrıldı. Zaman ayaküstü sohbetlerle geçti. Geçen yıl Beymen Akademia Ödül Töreni'nde karşılaştık. Fener'in şampiyonluğu konuşulurken, "Ben GS'li oldum" demez mi! Nasıl yani? İnanmadım tabii. Dalga geçiyordu canım... Caz Festivali'nin açılış gecesinde de sıkıştırdım. Maalesef doğruydu. En hafif 'dönek' olan çeşitli sıfatlar sayarak ayrıldım yanından... Derken geçenlerde karşılaştık. Ben lafa 'Seni gidi dönek' diye başlayınca... "Uzatma artık" diye çıkışacağına, "Yahu sen de unutmuyorsun" dedi. Ben de anında anlattım: "İtalyan şair Dante'nin çok güçlü bir hafızası varmış. Adamın biri!sormuş: 'En güzel yiyecek hangisidir?' Dante, 'Yumurta' demiş. Aradan yıllar geçmiş. Bir gün yine karşılaşmışlar. Adam pat diye sormuş: 'Neyle?' Dante hiç düşünmeden cevap vermiş: Tuzla." Benim hafızam güçlü değildir ama u dönüşü yapanları da unutmak kolay olmuyor elbette.
O gece de ister istemez hatırlayacağız zaten. Örneğin 80'lerden: Cenk Koray 'kutumuzu' açardı... Bo Derek... 'Önce alışveriş, sonra fiş'... Evlerde video film seansları... Galeria... Commodore 64... 'Güç bende artık!'... Komedi Dans Üçlüsü... Nuri Alço... Mavi Ay... Dalan'ın gözleri... Necdet Şen'in Bacı'sı... Madonna... Kabarık saçlar... Peki ya müzik, diyeceksiniz. Ben o konuda tutucuyum: Zaten partiye 80'ler için değil, büyük olasılıkla 1970'lerin tınılarına ağırlık verecek olan Görgün için gideceğim. Bekleriz.
CASTRO'YA 'ŞALVAR DESTANI'
Davut Güloğlu salladı ya: Fidel Castro'nun konuğu olarak Küba'ya gidecekmiş. Hadi biz de ciddiye alalım ve önerelim: Güloğlu, 'Nurcanım'ı da okusun tabii ama Castro'ya asıl Karadeniz aşk türkülerinden örnekler versin. Kim nasıl çevirir, onu bilmem. Örneğin 'Şalvar Destanı'ndan birkaç bölüm:
Fadime'm birden aldi
Dirseğumi eline
Ben da sardum golumi
Belinin gangeline
Dişledum yanağıni
Oldu furfula gibi
Öyle yumuşağidi
Sanki muşmula gibi
O da dişledi beni
Ganatdi gerdanumi
Nefesi vurdi bağa
Yumuşatdi canumi
Çözdum düğmelerini
Çikardum hirkasini
Döndi de omuzuma
Dayadi arkasini
Daha sonra fistanun
Açildi yakaları
Birden vurdi dişari
Peygamber elmalari
Dünya yalanci dünya
Gağur mezarluğudur
Yaşama deduklari
Uçgur pazarluğudur
(Derleyen: İsmet Zeki Eyüboğlu)
ÖZLEM BİTTİ: LIGHT ÇAMLICA GAZOZU
Şükrü Saracoğlu-Migros'ta, Çamlıca gazozu çarptı gözümü. İlkokulda içerdik; 25 kuruştu. Yani 1 liranın dörtte biriydi fiyatı. Kafamıza diker diker, her yudumun ardından ne kadar kaldı diye bakardık. Bahçe sinemasında içine leblebi atardık. Sonra Amerikan kolalarına dadandık; Çamlıca'yı, Uludağ'ı ihmal ettik.
Özleyip, yeniden içmeye haveslendiğimizde ise yaş ilerlemişti; kalorisiz, diet içeceklere alışmıştık. Bol şekerli gazozlar uymuyordu artık.
Halbuki marketteki Çamlıca'nın üzerinde 'light' yazıyordu. Eşiyle anlaşamadığınız için ilişkinizin koptuğu eski dostunuzun boşandığını duyup, "Yaşasın! Artık görüşebiliriz" dersiniz ya... İşte öyle sevindim. Hoş böylece nostalji de bitti ya... (Fuzuli notlar: Müzisyen Fahir Atakoğlu da seviyormuş... "Uludağ ile birlikte 7Up'ı ve Sprite'ı döver" ... "Simitle en iyi giden gazozdur"...)
EKRAN YAVRUSU: YELİZ YEŞİLMEN
Çarkıfelek'te hosteslik yapan... Mehmet Ali Erbil ve Emel Sayın ile 'Aşkım Aşkım' dizisinde oynayan Yeliz Yeşilmen'i nasıl adlandırabiliriz? Patlayacakmış gibi duran göğüsleri... Sarışın sakarlığı... Bukleli saçları... Tıntın hali... Şebnem Schaefer'inki kadar yapay olmayan cilveli vurgulaması... Dans ederken kalçalarına bakması... Acaba 'ekran pinapı' yakışır mı? Pinap diye Türkçeleştirdiğim kelime İngilizce 'pin-up' elbette. Güzel kadın posterlerinin duvara iğnelenmesinden geliyor. Posterlik yavru yani.
Medyanın bu derecede görselleşmediği dönemde, özellikle Amerikalı sanatçılar birçok pinap çizmişlerdi. Bunların bazıları seksi ama soğuk ve uzak kadınları resmediyordu. Ancak çoğu Yeşim'in bugün ekranlardaki havasına yakın çıtırlardı. Bunlar o kadar ilgi gö rmüştü ki, pinap ustası Gil Elvgren 1940'larda bir çizim için 1000 dolar alıyordu. Artık odasına çizgi pinap asan kalmadı. Onun yerine ünlü kadınların fotoposterlerini tercih ediyor erkekler. 1940-50 arasının pinapları ise altın değerinde. Koleksiyoncular kapışıyor. Neyse... Eminim televole kültürünün bir ürünü olan Yeliz Yeşilmen'e kızan çok kişi vardır. Ama bir de bu gözle bakın: Çok şirin değil mi yaa?
DOLMUŞTAKİ ÇATLAK MUHABBET
Taksim-Teşvikiye dolmuşu... Anne şoförün hemen arkasında oturuyor. Minik kız kucağında. Yolcuların kulağı onlarda, hepsinin yüzünde bir gülümseme...
Anne: Dün akşam bana kötü laflar ettin.
Kız: Çirkin şeyler mi söyledim?
Anne: Evet, çok çirkindi...
Kız: Ayı mı dedim?
Anne: Evet.
Kız: Özür dilerim.
Şoför: Adın ne senin?
Kız: Dilara.
Anne: 'Dadı' dizini çok seviyoruz da...
Kız: Burcu...
Anne: Neden doğruyu söylemiyorsun Uçansu?
LEZZETLİ LAKIRDI
"Kıskanç değilimdir. Sıkmam. Zorlamam. Onu kendi dünyasına bırakırım. Erkek için çok avantajlı bir kadınım." Şebnem Özinal garanti verdi.
GÖSTER BAKALIM İLKOKUL DİPLOMANI
Yeni Şafak'tan Taha Kıvanç'ın (Fehmi Koru) bir ara tepesi atmış ve 'Acaba bazı okurlardan zeka testi mi istesem' diye yazmıştı. Çünkü demediğine 'dedin', dediğine 'demedin' diye tutturanlar vardı. Üstelik bu kadarla kalmayıp, 'Bakın şunun yaptığına' diyerek tersten okumalarını internette dolaşıma sokuyorlardı! Yazı mazı yazmak, insanları bir şeylerden haberdar etmek, biraz eğlenmek, belki biraz da öğretmek... Bunlar iyi hoş da; İtiraf.com'da aşağıdaki gibi bir yazıyı görünce insanın morali bozuluyor: Yahu bunu bilmezse neyi bilecek? Ve düşünmeden edemiyorsunuz: Acaba ben de kimi okurlardan ilkokul diploması mı istesem? Şimdi nikine bakın kızımızın, yaşına bakın, oturduğu kente bakın ve ona göre değerlendirin:
"Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer'in adını bundan sadece 3-5 ay önce internette konuştuğum Amerika'da yaşayan bir kızdan öğrendim. Adamın sadece soyadını biliyordum. Onu da cumhurbaşkanı seçildikten bilmem kaç ay sonra televizyonda haber spikerinin, 'Cumhurbaşkanı Sezer' diye başlayan bir cümlesini duyduğumda öğrenmiştim." (zimmerman, kadın, 21, İstanbul)
|