kapat
13.11.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 HYDEPARK
 ANKETLER
 SİNEMA
 SANAT
 KİTAP
 MÜZİK
 TARİH
 GURME
 GEZİ
 OTOMOBİL
 YAT&TEKNE
 HIGH-TECH
 WEEKEND
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 CANLI
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Antalya'da harika günler..

Gazeteci Hıncal Uluç değil de, petrol şeyhi Yamani olsaydım, bundan iyisini mi yaşardım acaba?.. Para önemli bir şey.. Ama alacağı şeylerin de bir sonu var.. Geriye dönüp bakıyorum.. "Hayatının arka arkaya yaşanmış en güzel üç gününü seç" deseler bana, Antalya'da geçirdiğim günler, listenin en tepesinde yer alır mıydı almaz mıydı?..

Holly, annesinin, ünlü Yamani ailesinin reisi Mehmet Yamani'nin evlenme teklifini reddettiğini anlattığı gün, yazı başına 25 lira alarak geçinmeye çalışan bir yazar olarak kaçan fırsata ne yanmıştım oysa..

Jirayr Keçeciyan, Antalya Sheraton Voyager'in yaşamı filmlere konu olacak genel müdürü (İşe bellboy olarak başlayıp, genç yaşta en güzel otellerden birinin başına geçmek, film öyküsü değilse, nedir?.) bu yılın başlarında oteli gezdirirken "Sonbaharda bir Wellness Center açıyoruz, asıl onu görmelisin" demişti..

Ben yazları Antalya'ya dayanamıyorum. Hatta eylülde bile dayanamıyorum. Sevgili Feride Edige "Hazır mısın" diye telefon edince kasım için planı yaptık.. Dünyanın en iyi seyahat arkadaşıdır, Alp Yalman.. Onun eti çiğ, benimse kömür yemem dışında uyarız da.. Ona da "Var mısın" dedim.. Atladık gittik.. Ve unutulmaz üç gün yaşadık..

Jirayr "Wellness Center" adını değiştirmiş.. "Bu isim bizde yanlış çağrışımlar yaptırdı. Burada herhangi bir sağlık uygulaması, tedavi, terapi yok.. Kilo verme, diyet falan da yok.. Burası sadece ve sadece insanların kendilerini daha iyi hissetmeleri için planlandı.. Bu yüzden adını Spa olarak değiştirdik" diyor.. Spa, ılıca, kaplıca anlamına.. Ama burası o da değil.. Burası "Kendini İyi Hisset Merkezi.." Hem de nasıl iyi hisset..

Dinlenmeye nasıl ihtiyacım vardı, giderken.. Üç günlük bir kür programı hazırlamışlar Alp'le bana..

Sabah, hava açıksa, hala o cennet bahçede, nemli ise içerde kahvaltı.. Bir saat dinlenme, ardından ortalama 2.5 saatlik hergün başka bir programla kür.. Öğle yemeği, gene hava açıksa, bahçede Hüseyin Usta'nın o benzersiz fırını ve mangalından Güney Doğu lezzetleri, kapalıysa, içerde açık büfe.. Dinlenme.. Akşamüzeri lobide 5 çayı, ya da kahvesi.. Tufan'ın nefis piyanosuna hergün değişik bir saz ekleniyor.. Keman, flüt.. Ve güzel melodiler..

18.00 sularında, Migros Alışveriş Merkezinde bizim Muzo'nun sinemalarındaki 9 ayrı filmden seçtiğimiz.. Hani demiştim ya, geçen gidişimde "Burada film seyretmek için Antalya'ya gitmeye değer" diye.. O teknoloji harikası, o muhteşem rahat koltuklu ve düzenli sinemalar.. Ardından akşam yemeği.. Bir gece, olmazsa, Antalya olmaz, Yedi Mehmet.. Bir gece Sheraton'un o çok iddialı restoranı Maritim'de, kendimizi müthiş şef Dominique ve onun bizim için özel hazırladığı sürprizlere teslim etmek.. Bir gece de, 29'da Nüshet'e konuk olup, dev ekranda Kazablanka izlerken bir yeme içme şöleni içine düşmek.. Masaya yığılan sufleden, fırın sütlaca aklınıza ne gelirse, tatlılara bir Şeker hastası olarak sadece bakmak da olmasa.. Ve de akşam yemeğinden sonra, hep 29'da, bence bu ülkenin en güzel diskosunda, birbirinden güzel Rus kızlarının, tam bir şov düzeni içinde birbirinden ilginç solo danslarını izleyerek puro tüttürmek..

Söyleyin bakalım, Şeyh Yamani olsam, bundan fazla ne yaşardım..

Bu üstelik daha özet.. Ayrıntılara girmedik daha.. Anlatacağım.. Antalya'da yaşadığım tüm güzellikleri anlatacağım..

Bir Tavsiye
Ya nefret edeceksiniz, ya da benim gibi..
"Tam bir Türk filmi gibi" diye söylenerek kalktı yerinden önümdeki seyirci.. "Kız veremden ölüyor" dedi, suratını buruşturarak ve çekti gitti.. Filmden nefret ettiği belliydi.. Benim bayıldığım, aşık olduğum filme.. Kırmızı Değirmen, ya da Moulin Rouge'a.. (Mulen ruj okuyun lütfen.)

Eleştirmenler de öylesine bölündü dünyada.. Nefret edenler var, aşık olanlar var..

Bakın.. Müziği, pop müziği seviyorsanız.. Dansı seviyorsanız.. Görkemli şovları seviyorsanız.. Ve de çılgın bir yönetmenin, uyuşturucu ile uçmuş beyninden doğan abartmaları, bir masal alemi içinde izlemek hoşunuza gidiyorsa, bu filmi, benim gibi tekrar tekrar izlemeye doyamayacaksınız..

Yok eğer bunlar sizi ilgilendirmiyorsa..

O zaman, vücudunu satarak hayatını kazanan bir fahişenin, peşine düşen zengin ve asil düke "Evet" diyerek hayatının şansını yakalamak üzere iken, karşısına çıkan beş parasız yazara aşık olması ve onu tercih etmesi, kan tükürerek yaşadığı bu aşkın sonunda veremden ölmesi konusu size hele Türk sinemasında çok izlenmiş bir sakız olarak geleceğinden, tahammül edemeyeceksiniz..

Filmin Avustralyalı yönetmeni Baz Luhrmann'ın daha açılış sahnesinde, kızın öldüğünü söyleyerek, sondan başa gelmesinin sebebi de bana kalırsa bu..

"Ey seyirci" diyor Baz.. "Bak filmin sonunu da biliyorsun. Kız ölecek. O zaman filmim seni sarmadı ise, boşuna ızdırap çekme, kalk git.. Ben bu filmi, konuyla, sonla ilgilenmeyenler için yaptım.."

Ayni zamanda bir meydan okuma bu aslında.. Eski Yunandan beri binlerce, milyonlarca kez işlenmiş, en klasik aşk öyküsü bu.. Fakir aşıklar, zengin adam ve veremden ölüm.. "Önemli olan konu değil, anlatımdır" diyor Baz..

Haklı..

Kıyametler koparan, bizim entel eleştirmenlerin yere göğe koyamadıkları Büyük Adam Küçük Aşk da öyle değil mi?.. Sert ve duygularını bastırmış ihtiyar, Hulusi Kentmen ve ona sevgiyi hatırlatan Ayşecik değil mi, aslında emekli yargıçla, küçük Hejar!.. Eee.. O zaman..

Kırmızı Değirmen, 1900'lerin hemen başındaki Bohem Paris'in simgesi Moulin Rouge müzikholünü mekan seçmiş.. Bu salonun dünya çapında ün yapmasına sebeb olan ressam Touluse Lautrec'le beraber.. Ama Ressamı Jose Ferrer'in oynadığı o unutulmaz Moulin Rouge ile uzaktan yakından alakası yok..

1963 yılında Paris'e ilk gittiğimde, kuzenim Ahmet Taner Kışlalı ile sevgili dostum Yaşar Güngör karşılamışlardı beni.. İki gecem vardı orada.. "Follie Berger" demiştim.. "Bir de Moulin Rouge.." 24 yaşında bir Türk genci için dünyanın en güzel kadınlarının, dünyanın en güzel müzik, dekor ve olmayan kostümleri içinde şov yaptığı bu iki lokalde iki hayal gecesi geçirmesi ne demekti, hele, o yıllarda bir düşünün..

İlk gece Follie, ışıl ışıldı.. İkinci gece Kırmızı Değirmen'e girişte hayal kırıklığına uğramıştım.. Loş ışıklar ve soluk soluk, pastel afişler...

"Bu mu, Moulin Rouge" dediğimde, Ahmet ve Yaşar nasıl gülmeye başlamışlardı..

"Yahu, onlar, Lautrec'in çizdiği orijinal afişler.. Dünya üzerinde bunlardan değerli, bunlardan pahalı afişler yok.. Asrın başından beri burada asılı dururlar.." O zaman yaklaştım afişlere.. Lautrec imzasını okudum ve değirmenden de kırmızı oldu suratım..

Baz Luhrmann, pop çağının en güzel aşk şarkılarını, birer birer seçmiş ve anlattığı öyküye uydurmuş.. Bu özgün şarkıları olan bir müzikal değil, hemen hepsi hit olmuş aşk şarkılarının müthiş bir uyumla dokunduğu bir güzellik..

Nat King Cole'ün bir dünya klasiği olmuş şarkısı Nature Boy ile açılıyor film.. David Bowie söylüyor.. Fahişe Satine'i tanıtan şarkı, ünlü Diamonds are Girl's Best Friend.. Elton John'un Your Song'u, Jose Feliciano'dan le Tango du Moulin Rouge, John Lennon'dan All You Need is Love, Phil Collins'den One More Night, Paul McCartney'den Silly Love Songs, Dolly Parton'dan I Will Always Love You.. O müthiş hit, Lady Marmalade mesela.. Daha neler neler..

Filmde şarkılarını Nicole Kidman kendisi söylüyor.. Ne dokunaklı bir sesi varmış meğer.. Ve de gördüğüm en güzel, en çarpıcı, en çekici, en aşık olunası Nicole Kidman bu, beyaz perdede..

Moulin Rouge'un her yaştan tüm sevgililere mesajı da filmde tekrar tekrar çalınan Nature Boy şarkısında..

Sevgilisi öldüğü için, büyük kederlere düşen adama, çok çok uzaklardan gelmiş bir garip, ama çok akıllı çocuk şöyle der:

"The greatest thing

You'll ever learn

Is just to love and

Be loved in return"

Yani..

"Hayatta öğreneceğiniz en önemli şey sadece ve sadece, sevmek ve karşılığında sevilmektir.."

Yani, eğer, hayatınızın bir bölümünde de olsa, sevmiş ve sevilmişseniz, ne mutlu size.. Sonu nasıl biterse bitsin.. Ya bu benzersiz, bu muhteşem mutluluğu hiç yaşamamış olsaydınız?.. Ya hayatınızda o hiç unutmayacağınız günler hiç olmasaydı?..

Mert'i millet koruyor!..
Hemen her hafta gittiği bir barda olay çıkaran Mert Çiller, sonunda fotoğrafını çekmek için izin isteyen bir meslekdaşımın suratını içki kadehi ile parçalayınca "Bu delikanlı önüne gelene saldırma cesaretini nerden alıyor" diye sormuştum..

İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen hemen aradı ama, ben tatilde olduğum için aldığım bilgileri bugün nakledebiliyorum ancak..

Mert korkusuzca saldırıyor, çünkü kılına zarar gelmeyeceğini biliyor.. Çünkü onu bu devletin polisleri, yani maaşlarını sizin vergilerinizle alan insanlar yakın korumaya almışlar..

Mert Çiller hakkında "Çağrı üzerine koruma" kararı varmış. Sonra 20 mayıs 1999'da bu "Yakın Koruma"ya çevrilmiş. 2000-2001 yıllarında yakın korumanın devamına Ankara Valiliği karar vermiş..

Kararı valilik aldığı için, korumaların Ankara dışında görev yapmaları için her zaman ayrı izin alınması gerekiyor. Son olay İzmir'de.. Bakan "İzin alınıp alınmadığını soruşturma emri verdim" diyor..

Başka da yapacağı şey yok.. Onu anlıyorum.. Korumayı kaldırsa ve Mert Çiller'in burnu kanasa ne kıyameti koparırlar birileri düşünün..

Mert Çiller niye korunuyor.. Bir zamanlar annesi başbakanlık yapmış da.. Tavşanın suyu, yani..

Bu ülkede halkın vergileri ile özel korumalık yapan devlet polislerinin sayısını varın hesaplayın..

Çiller ailesi, mal varlığı olarak bu ülkenin en zenginlerinden.. Bugün, bu ülkede çok iyi çalışan özel güvenlik şirketleri de var.. Özer ve Tansu Çiller'in, durmadan olay çıkaran ve belayı biraz da arkasındaki polislerden cesaret alarak davet eden oğullarını korumak üzere, özel görevli tutacak paraları yok mu?.. Allahın günü devletteki israfı baş muhalafet konusu yapan DYP lideri, iş kendi ailesine geldiğinde niye israftan söz etmiyor, anlamak mümkün mü?.

İçişleri Bakanlığı bu "Yakın koruma" işini de, gündeme almak zorunda.. En büyük kentlerde personel yetmezliğinden, hırsızlık ve kapkaç almış yürümüşken, devletin polislerinin büyük bir bölümünün, yakın koruma adı altında şımarık mahdumların etrafında dolanmaları artık, yasa ve yönetmeliklerle önlenmeli..

Yakın koruma, bu devlete yardım etmek için ölümü göze alarak bilgiler verene yok. Onlar keklik gibi öldürülüyorlar..

Şımarık zengin çocukları, kafayı çekip çekip, kadehlerini, gazetecinin suratında dağıtıyorlar. Arkalarında devlet var?..

Bu mu devlet, bu mu adalet, bu mu hak, hukuk?..

BİZİM DUVAR
'Başımızın belası Varyag Ege'de iplerini koparmış. Eee.. Türkiye'den kazasız belasız kurtuldu ya onu kutluyor garibim.'

Hakan&Utku

SEVDİĞİM LAFLAR
'Öküz alaladedir, Ağaç da alaladedir, Vakta ki Öküz Ağaca çıkar,harikulade meydana gelir'

Ahmet Haşim (Teşekkürler Mehmet)

TEBESSÜM
Fıkra Didem Gül'den

Bir İskoç lokantada yemek yedi, kapıdan çıkarken kendisini geçiren garsona elini uzatıp..

-Alın, dedi. Bununla bir kahve içersiniz.

İskoç gittikten sonra avucunu açan garson iki parça kesme şeker buldu.



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
HAFTANIN SOYLEŞİSİ
Nuriye Akman'ın bu haftaki söyleşisi için tıklayınız

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır