kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
24 Nisan 2009, Cuma
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

Ebru Çeliktuğ: Aşkın ruh hali

Sinema dergisi
Giriş Saati : 24.04.2009 09:08
Güncelleme : 24.04.2009 20:01
Yeni Haber
"DİLBER’İN SEKİZ GÜNÜ", yönetmen Cemal Şan’ın "Zeynep'in Sekiz Günü" ile başladığı ve önümüzdeki ay gösterime girecek filmi "Ali’nin Sekiz Günü" ile tamamladığı aşk üçlemesinin ikinci halkası. Yönetmenle bu üçlemeyi merkeze alan bir söyleşi gerçekleştirdik..
Kendisini "tamamen alaylı" bir sinemacı olarak tanımlayan Cemal Şan, iktisat ve işletme okumuş. "Dönersen Islık Çal", "Her Şey Yolunda", "Işıklar Sönmesin" gibi filmlerin ödüllü senaryolarında imzası var. "Uçurtmayı Vurmasınlar"da Tunç Başaran'ın asistanlığını yapmış. "Yazdığım senaryoları iyi çekemedikleri için yönetmen olmaya karar verdim; yoksa yönetmenlik yapmak gibi bir niyetim yoktu. Yazmak daha keyifli" diyor. Daha sonra, yapımcıyla düşülen anlaşmazlık sonucu vizyona girmeyen "Ali-Sakın Arkana Bakma" adlı ilk uzun metrajını da anmak gerek, çünkü ilk filminin "Zeynep'in Sekiz Günü" olduğu yanılsamasına düşmek zor değil! İskenderiye Film Festivali'nde Cemal Şan'a artistik başarı ödülü kazandıran "Zeynep'in Sekiz Günü" farklı tarzı, minimal yapısı ve Fadik Sevin Atasoy'un akıllarda yer eden oyunculuğuyla (genç oyuncu bu rolüyle geçen yıl Ankara Film Festivali'nde ödül kazanmıştı) dikkat çekmişti. Önümüzdeki ay üçlemenin son halkası "Ali'nin Sekiz Günü" de gösterime girecek.


Kalp, ruh ve aklı temsil eden üç filmden oluşan aşk üçlemenizden bahseder misiniz?
"Dilber'in Sekiz Günü" bir aşk üçlemesinin son filmi. "Zeynep'in Sekiz Günü" kalp ile ilgiliydi, "Ali'nin Sekiz Günü" akıl, "Dilber'in Sekiz Günü" ise ruh ile ilgili. Bana göre bunlar, aşkı var eden üç öğe. Bunlar, bu üç film benim duygularım. Hatta "Zeynep'in Sekiz Günü"ndeki bütün diyaloglar, birinin birine söylediği şeylerdir. "Zeynep'in Sekiz Günü" diğer filmlerden biraz daha farklıdır çünkü içinde birtakım kodlar vardır: masanın üzerindeki kitabın anlamı vardır, masadaki resimdeki kişinin anlamı vardır, kapının kapanmasının bir anlamı vardır, bir sürü kodlar vardır. Sonrakilerde çok yoktur, ama "Zeynep'in Sekiz Günü"nün kahramanları bile vardır fotoğrafta. Eğer dikkatle bakarsanız kimin yaşadığı durur orada. Gerçek bir hikâyedir, şöyle ki, o kadar vahşi şekilde yaşanmamıştır ama oradaki diyalogların tamamı söylenmiştir. Oradaki masada duran fotoğraftakiler birbirlerine söylemiştir. O film biraz daha alt okumalara müsait bir filmdir. Bu iki film de öyledir ama daha düz, daha sadedir. Hepsinin de içinde bir mektup, bir pusula, bir not var. O notlarda, birinde mesela "Kalbimin prensesi", bir diğerinde "Aklımın prensesi", diğerinde de "Ruhumun prensesi" yazıyor. Bu üç film arasında böyle bir bağlantı var.

Üçlemenin izlediğimiz iki filminin kahramanları, yani Zeynep ve Dilber her açıdan birbirinden farklı karakterler. Üç karakter arasında bir bağ kurmak mümkün mü?
"Zeynep'in Sekiz Günü"ndeki Zeynep karakteri teknolojinin, karmaşanın olduğu kentte, dev blokların arasında kendine bir ev kurmuş; bir işi var ama işinin ne olduğu belli değil, her gün aynı şeyi yapıyor. Hep aynı saatte kalkıyor, aynı yemeği yiyor, aynı otobüse biniyor, aynı otobüsteki aynı koltuğa oturuyor. Her gün bu izole hayatına devam ediyor. Oradaki kahraman, toplumun kurallarına karşı kendi kurallarını oluşturmuş, izole hayatını yaşıyor. Fakat toplumdan biri gelip onun hayatını değiştirerek o kuralların tamamını yıkıyor. Sonrası belli değil. Hayatına devam edecek mi belirsiz kalıyor. "Ali'nin Sekiz Günü"ndeki tip de biraz onun gibi. Onun da hayatı Balat'ta bir bakkalda geçiyor. Her gün aynı şeyleri yapıyor, aynı şekilde kalkıyor, aynı yemeği yiyor, aynı defteri açıp borçları yazıyor. Bir gün mahalleye bir kadın geliyor, Ali kadına yanlış anlaşılma sonucu müthiş bir tutkuyla bağlanıyor. Oysa kadın başka birine çok aşık, ondan kurtulmak için mahalleye yerleşmiş; bu yanlış anlama yüzünden de Ali'nin hayatı değişiyor, çünkü o da Zeynep gibi biri. Onun da hayatına biri girerek kendi koyduğu kuralların parçalanmasına, dağılmasına neden oluyor.

Dilber ise daha farklı bir karakter, değil mi?
Evet, diğer ikisi, Zeynep ve Ali çok pasifler. Ama Dilber öyle değil. Türk filmlerinde genellikle kız gelip "Beni evlendiriyorlar" der ve dağılıp açı çeker ya, burada kız toplumun kurallarına karşı kendi kurallarını koyuyor ve direniyor, çarpışma başlıyor. Diğerleri gibi pasif direnmiyor, bayağı ciddi ciddi çatışıyor.

"Dilber'in Sekiz Günü", "Zeynep'in Sekiz Günü"ne göre daha olumlu eleştiriler aldı.
Evet, daha çok beğenildi, çünkü hem entelektüellerin, hem de her kesimden insanın beğeneceği bir yapısı var. Aslında "Dilber'in Sekiz Günü"nde benim yapmak istediğim sinemanın kendisi. Daha sade, daha tespit eden, daha durumu aktarmaya çalışan, ne oyuna ne dış dünyaya fazla müdahale etmeyen, artistik hareketler yapmadan, artistik oyunlara girmeden sadece varolan durumu gösterme çabasına giriştiğim bir film oldu. Yapmak istediğim de bu aslında. Ben küçük insanların hikâyelerini anlatmak istiyorum; her gün yanından geçtiğimiz ama önemsemediğimiz, görmediğimiz insanların hikâyelerini.

(...)

"Ali'nin Sekiz Günü" ve "Dilber'in Sekiz Günü"nü kısa sürelerde, hatta sekiz günde çekmişsiniz. Daha fazla bütçe ve daha geniş bir zamanda çekseydiniz sonuç farklı olur muydu?
Bunun iki nedeni var, biri ekonomik. Bu hikâyelere kimse para yatırmak istemiyor. Biz kendi ekonomimize çektik. Hiçbir kurum ve kuruluştan destek almadık. Tamamen çalışanlarına "bağımlı" bir "bağımsız" film bu. Ama asıl nedeni gerçek zamanı yakalama çabasıydı. Sekiz günde geçiyordu hikâye. Ona göre de kurulmuş, 3-5 kişilik hikâyeler bunlar. Minimal. Bu üç filmle ilgili şunu söyleyeyim: Bana çok büyük bir bütçe de verselerdi, beş ay gibi bir zaman da verselerdi, ne herhangi bir çerçevem değişirdi, ne oyuncu yönetimimle ilgili başka bir şey olurdu, yine bu olurdu. Çünkü ben bu küçük bütçeye göre yazdım bu senaryoyu. Senaryoda müthiş ayrıntılar vardı, ön çalışmayı uzun tuttum, bildiğim insanlarla çalıştım ve onlar da bana böyle bir şey yaptı. Sonuçta bu üç filmi çok param olsaydı da bu biçimde çekerdim, hiçbir şey değişmezdi.

(...)