kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
25 Şubat 2009, Çarşamba
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HAŞMET BABAOĞLU

'Dünyayı güzelleştirmekle yükümlüyüz'

Onun için mimarlık tefekkür, erdem ve ahenk arayışıydı...
"Belki çok sıradan bir şey gibi gelir ama bir İstanbul'un, bir Bursa'nın meydana getirilmesi, bir bütünün parçaları gibi nakış nakış işlenmiş olması adeta mucizedir" derdi...
Çevre sorununu sadece kirlenme, sağlık ve kaynakların tükenmesi sorunu olarak görmüyordu. Çirkinleşme de temel çevre sorunuydu.
"Dünyanın çirkinleştirilmesi, yaşama sevincini öldürüp umutsuzluğa sevk etmesi insanın varabileceği en son ve en kötü düzeydir. İnsan varlığı, dünyayı güzelleştirmekle yükümlüdür" diyordu.
Ona göre " beşer "den " insan "a yükselmenin ilk basamağı bu yükümlülüğü; yani dünyayı güzelleştirmeyi anlamakla başlardı.
Ama nasıl bir şeydi " güzelleştirme" dediği?
Geleneği bilmekle başlardı bu.
Ölçek ve ölçüyü bilmekle...
İnsan ölçeğini ezen bulvarlar ve dev binalar inşa eden bir uygarlığın...
Şehirlerin farklı merkezlerini iptal edip herkesi tek merkezde toplayan ulaşım ağları oluşturan şehirciliğin...
Teknolojiye tapan ama insan ilişkilerini unutan bir kafanın...
Hayatı güzelleştiremeyeceğini düşünüyordu.
Sosyal ekolojiyle metafizik ekolojiyi birbiriyle bağdaştıran derin bir ufku vardı.
Beni büyüleyen sözlerinden biri şuydu: " Fazla kalıcı binalar yapmak Firavunluktur. "
Bina teknolojileri üzerinde düşündüğümüz kadar mesela eskilerin neden mutfağın bahçeye açılmasında ısrar ettikleri üzerinde de düşünmemizi istiyordu o ...
Rönesans'ın bitmiş, tamamlanmış, kusursuz bina anlayışı yerine Türk evinin sürekli eklere açık mimarisini öneriyordu...
Ama Osmanlı camilerinin mükemmelliğe erişmiş bir tasarım olduğuna dair muhafazakâr yanılgıya da şiddetle karşı çıkıyordu. Cumhuriyet dönemi cami mimarisinin bu bakımdan ciddi bir tembellik ürettiğinden yakınıyordu.
Anlamışsınızdır, geçen gün aramızdan ayrılan Turgut Cansever 'den söz ediyorum.
Mekânı cennet olsun!
"Bilge-mimar" deniyordu ona.
Tevazu ve çalışkanlık abidesiydi. Ağa Han Mimarlık ödülünü üç kez kazanmış tek mimardı.
Jüriler tarafından çok ödüllendirilmişti ama..
Kamuoyu, yerel yönetimler ve devlet tarafından değerinin bilindiğini söylemek zor.
Umut ediyorum ki, artık okur yazarlarımız kitaplarına bu değerli düşünür mimarın eserlerine göz atmaya, düşünceleri üzerinde durmaya başlar.
Şehirleri insan ve yapı "çöplüğü"ne çeviren, binaları insandan çok seven ; "ev"in sevgi ve korku hisleriyle doğrudan bağını umursamayan bir dünyaya karşı çıkacaksak...
Yaptığı binada kendisine iş veren grubun irade gücünü yansıtmaktan başka hiçbir şeye önem vermeyen mimarlar yerine, insanın özgür ve yakınlık sevgisiyle dolu ruhunu önemseyen mimarlar gelsin istiyorsak...
Turgut Cansever'in açtığı yoldan yürümeye başlamak gerekiyor.


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.

Ayrıntılar için lütfen tıklayın