kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
8 Ocak 2009, Perşembe
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
SOLİ ÖZEL

Gazze'den sonra

Birleşmiş Milletler'e ait okullarda yaşanan sivil ölümleriyle birlikte Gazze'de süregelen facianın sonlandırılmasına yönelik hareket ivme kazandı. İlk ateşkes haberleri gelmeye başladı; ateşkesin kendisi de fazla gecikmez. Gazze'de olağan zamanlarda feci koşullarda yaşayan, açlık sınırında yaşam mücadelesi veren Filistinliler de bir nefes alma imkanı bulurlar.
Bu savaşın, insanın içini burkan görüntülerin ötesinde anlamları
var. Saldırının tüm boyutlarıyla, neden şimdi yapıldığından, şiddetine, dünya kamuoyunun tepkisinden veya tepkisizliğinden bundan sonra ortaya çıkabilecek siyasi ve stratejik tabloya bu nedenle soğukkanlı bir şekilde bakmak gerek.
Öncelikle dün bu gazetede Hasan Bülent Kahraman'ın yazdığı gibi dünya bu savaşın kıyımı ve yıkıcılığı karşısında hayli suskun kaldı. Ancak burada dünya derken yalnızca Batı'nın kastedilmesi de yanlış olur. Zira başka yerden de kayda değer bir tepki gelmedi. Hindistan veya Çin ya da Rusya bu yaşananlar karşısında Batı'dan çok farklı bir tavır içine girmedi. Buradan yola çıkarak ulusötesi İslamcı hareketler ve onların şiddetle ilişkilerinin İslam dünyası dışında yarattığı bir tepkiden bahsedilebilir. Unutulmamalı ki İsrail'in Gazze saldırısı Mumbai olaylarından çok kısa süre sonra gerçekleşti. Bu olaylar karşısında Hindistan Müslümanları dışında hiç bir Müslüman nüfuslu devlet veya cemaatten sert bir tepki ve kınama gelmemesi kayda geçti.
Bunun kadar önemli bir göreli tepkisizlik Hizbullah ve İran/Suriye tarafında gözlenendir. Bu üç oyuncu da İsrail ile çatışmaya girmekten kaçınmıştır. Hizbullah açısından Lübnan'daki konumunu tehlikeye düşürecek bir İsrail saldırısı, Suriye açısından çok yaklaşıldığı düşünülen Golan'ın geri alınması bunda etkili olmuştur. Irak savaşının ardından bölgenin en güçlü devleti olarak ortaya çıkan ve Hızbullah ile Hamas üzerindeki etkisi nedeniyle bir Doğu Akdeniz gücü haline de gelen İran ise Hamas'a yönelik savaşın kendisine de bir mesaj verdiğini görmüştür. Hizbullah'ı kışkırtmamış kendi tepkisini de sert bir dille sınırlı tutmuştur. İran'ın Hamas ile ilişkisi ve Körfez bölgesindeki gücünün üzerine Doğu Akdeniz'deki dolaylı varlığını eklemesi Arap devletlerinin İsrail saldırısına verdikleri zımni desteğin ana nedenidir.

Araplar'ın sistemsiz yönetimi
Arap devletler sistemi çürümüş, meşruiyetini yitirmiş bir sistemdir. Toplumların kendi yöneticilerine bağlılığı ve saygısı yoktur. Hamas veya Hizbullah gibi devlet dışı örgütlerse giderek daha popüler olmakta ve Arap devletler sistemini sarsmaktadır. Bundan sonraki mücadele, devletlerin/rejimlerin devlet dışı oyuncuları devre dışı bırakma ve bu yoldan hem kendilerini savunma hem de İran etkisini kırma çabalarını yansıtır. Devletlerin/rejimlerin bunu becerip beceremeyecekleri kuşkuludur.
İsrail'in bu savaştan beklediğini elde edip etmediği henüz meçhuldur. Belli ki Hamas'a askeri bir darbe vurulmuştur ancak siyaseten örgütün meşruiyeti artmıştır. Bunun da ötesinde şu sorun da ortada duruyor. Tıpkı 1982'de Lübnan'da FKÖ'ye karşı yaptığı gibi İsrail ordusu Gazze'nin yönetilebilmesi için gerekli yapıyı yıkmıştır. Yani yarın ateşkes geldiğinde Gazze'nin yönetilebilmesi, bir buçuk milyon insana hizmet verilebilmesi de mümkün olmayacaktır. İsrail bölgeyi yeniden işgal etmez ya da Arap devletleri toplu olarak Gazze'nin yönetimini üstlenmezlerse burada yaşanacak kaos çok daha büyük boyutta şiddet üretecektir.
Siyasi amacı barışı kurmak olmayan bir savaşın geçici sonuçları ne olursa olsun siyaseten başarılı sayılması, hele arkada bu kadar çok sayıda masum insanın canı varken, mümkün değildir.