kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
21 Aralık 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
SOLİ ÖZEL

Yetti

Son dönemde yaşananlara bakarak hem çok karamsar hem de iyimser olmak mümkün. Bir yandan tek tip insan yetiştirme projesi çerçevesinde kurgulanan eğitim sisteminin ve içselleştirilmiş ayrımcılığın tüm tezahürleri ortaya çıkıyor. Devlet kurumları hala tebaa ile vatandaş arasında ayırım yapamadan işlerini sürdürüyor. Varlıklarını demokrasiye borçlu olan siyasetçiler ise akıllara durgunluk verecek sorumsuzluk ve şiddete teşvik örnekleriyle demokratik alanın daraltılmasını teşvik hatta talep ediyorlar.
Diğer yandan belki de tarihinde hiç yapmadığı ölçüde Türk toplumu kendisine dayatılanlara isyan ediyor. Haklarını talep ediyor, özgürlük ortamının genişlemesini istiyor. Adalet sistemi çökmüş, hukukun ancak siyasetin uzantısı olarak değerlendirildiği bir ülkede insanlar el yordamıyla da olsa daha fazla hukuk ve adalet istiyorlar. Bu talepleri tutarlı şekilde bir araya getirerek programlaştıracak siyasi seçkinler ise henüz ortalıkta yoklar. Ama o konuda bile iyimser olmak için bazı nedenler var.
"Özür diliyoruz" kampanyasına Cumhurbaşkanının ve ilk aşamada Dışişleri bakanlığının verdikleri tepki Türkiye'nin modern tarihinin en travmatik konsu olan Ermeni meselesinde bile artık mızrağın çuvala sığdırılamayacağını gösteriyor.

Sivil girişime bu tepki niye?
Kampanyanın kendisine bakıldığında giderek artan imza sayısı artık bu girişimi "bir kısım aydının hainliği" diye yaftalama imkanlarını yok ediyor. Bu girişimin çeşitli gerekçelerle toplumda bir yankı bulduğuna şüphe yok. Bildirinin zamanlamasından, dilinden, içeriğinden veya iletişim stratejisinden rahatsız olanların bir kısmının bile girişime destek vermesinden çıkan sonuç bu.
Sivil girişimin kimilerine göre içerdiği diplomatik riskler konusuna gelince: Bu girişim Türkiye'nin Ermeni meselesini dünyada tartışırken başını dik tutabilmesini sağlayacak olan en önemli dayanaklardan birisidir daha şimdiden. Bundan da önemlisi Türkiye kendi tarihinin bu en karanlık sayfalarından birisine giderek çok daha nesnel ve hepsinden önemlisi insani bir perspektiften bakmaya başlayabilecektir.
Türkiye'deki tepkilerin bir kısmının diline bakıldığında ise dehşete kapılmamak yazık ki zor. Ülkenin başbakanı nerdeyse bir linç kampanyasına yeşil ışık yakacak sözler sarfetmiştir. Fakat başbakanınkinden daha feci olan tepki ana muhalefet partisinin bir milletvekilinin Cumhurbaşkanı Gül için söyledikleridir. CHP ise bu milletvekili hakkında sözlü uyarı dışında bir adım atmamıştır.
(Maalesef) İzmir'den milletvekili seçilmiş olan Canan Arıtman'ın bildiriye demokratik bir ruhla yaklaştığı için Cumhurbaşkanı Gül hakkında, annesinin Ermeni olduğu iddiasıyla söyledikleri ırkçılık kapsamına girer. Bu bir yüz karasıdır. Ancak faşist ülkelerde insanların ana etnik gruptan olmamaları onların vatanseverliği hakkında bir ölçü olarak kullanılabilir. Ermeniler, Kürtler, diğer gayrimüslimler veya etnik kökenliler Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşıdırlar. Zimmi değildirler.
Cumhuriyet vatandaşlık tanımının etnik bir milliyetçiliğe dayanmadığını, herhangi bir vatandaşın dini aidiyetinin onun tüm temel haklardan yararlanmasına engel olmadığını savunur. Bunun böyle olmadığı bilinse de iddia budur. Bu iddia aynı zamanda Türkiye'nin uygar miletler arasında sayılmasının gerekçelerinden birisidir.
Milliyet gazetesi genel yayın yönetmeni Sedat Ergin'in yazdığı gibi Arıtman hakkındaki tavrı "CHP'nin insanlık ve uygarlık anlayışı bakımından bir sınav" idi. Dün itibarıyla CHP, bekleneceği gibi, bu sınavdan da çakmıştır. Arıtman hâlâ CHP milletvekilidir.
Musevi okurların Hanuka bayramını kutlarım.