kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
8 Ocak 2009, Perşembe
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Görmezden mi gelelim?

Hele dünyanın komşumuz sayılan bölgesinde bunca kan ve gözyaşı akarken kalkıp siyasetin büsbütün
Soğuk Savaş sonrası döneme girdiğini ve özellikle ulusal politikalar düzeyinde kutuplaşmalara dayalı bir anlayışın sonuna gelindiğini iddia etmek belki o kadar doğru görünmeyebilir ama ne yapalım ki benim sezgim öyle. Bu yargıyı Obama'nın ABD'de başkan seçilmesinden başlayarak gelişen bir dizi olayı göz önüne alarak ama en çok da Türkiye'de son zamanlarda görülen politika değişikliklerine / kaymalarına bakarak öne sürüyorum. Son olarak Nâzım Hikmet'e yurttaşlığının iade edilmesi gibi bir büyük "olay" ve onu sağlayan irade başarısı bana bunu düşündürtüyor. Ama başka örnekler de var elbette.
Şöyle bir düşünülecek olursa yakın dönemde CHP'nin türban konusunda gösterdiği politika değişikliği, MHP'nin Aleviler konusunda ortaya koyduğu yeni anlayış ve nihayet AKP'nin birikmiş, koyulaşmış ve artık çözülmesindeki gerekliliği herkesin kabul ettiği konulardaki yaklaşımı bu oluşumun göstergeleri arasında . "Nedir onlar" diye sorulacak olursa başta TRT'nin Kürtçe yayın yapmasıyla işte yukarıda değindiğim Nâzım Hikmet konusu iki çarpıcı örnektir.

Yeni oluşum
Yeni oluşum diye adlandırmak istediğim bu gelişmeler aslında 2007 seçimlerinden hemen önce başladı. Aydınların, liberallerin, Kürtlerin, Alevilerin, AB yanlılarının AKP etrafında birleşmesi bu anlayışın bir göstergesiydi. Söz konusu yaklaşımın belki "sekter" bir yanı da vardı.
Böylelikle siyaset ideolojik bir yapıdan sökülüp çıkarılıyor ve daha pragmatik, daha fazla sorunlar ve çözümleri etrafında düğümlenen bir "pragma"ya dönüşüyordu. Eğer üzerinde uzlaşılacak bir konu saptanabilirse toplumun farklı kesimleri kendilerine ait vazgeçilmez sınır rezervleriyle birlikte o sorunun çözümü konusunda bir araya gelebileceklerini gösteriyordu.
Yakın tarih düşünülürse bu adımın ilk kez Özal ve ANAP'la birlikte atıldığı hatırlanabilir. İdeoloji ötesi, neredeyse "yönetsellik" (manegarialism) temeline oturmuş pragmatik politika kendini ilk kez onunla birlikte ortaya koymuştu. O anlayışın genel kabul görmesine ve özellikle de ideolojiyi yok saymasına, reddetmesine dönük yanını o zaman da şiddetle reddetmiştim bugün de reddederim .
Ne var ki, farklılık da orada zaten: bugünkü siyaset yapısal olarak böyle bir kabulden hareket etmiyor. Nasıl edebilir ki, evet, bir koalisyonla % 47 oy alsa bile sonunda AKP iktidarı kimse başını kuma gömmesin açıkça ideolojik bir iktidardır . Fakat kendisi ideolojik olan bir iktidarın bu tür adımları atması bizim siyasal kültürümüz bakımından da şaşırtıcıdır.

Toplum ve demokrasi
Bütün bunların altında yatan neden nedir, diyecek olursanız iki yanıtım var:
1. Türkiye'deki sosyolojinin hızla, şiddetle değişen yapısıdır . Özellikle göçle birlikte kompozisyonu derinden değişmiş ortaya çıkan yeni yapının farklılıkları bir araya getiren özelliği artık ayrışmacı, daraltıcı, dışlayıcı bir politikayla devam edilemeyeceğini, edilirse ortaya yeni ve çok vahim gerilim ve çatışmaların çıkacağını kanıtlamıştır.
2. Demokrasi 1990'lardan sonra Türkiye'de de yeni bir anlayışla kavranmayı zorunlu hale getirmiştir ve bu doğrultuda çok yol alınmıştır. Demokrasinin seçimmeclis demek olmadığı ve özellikle çoğulcu bir anlayışla yeniden tanımlanması artık önüne geçilmez bir taleptir. Bu talebin gördüğü destek bugünkü değişikliklerin kuvvetli zeminidir. Soğuk Savaş'ın bitmesinden sonraki tarih bu algılamayı dünya ölçeğinde de geçerli bir doğruya dönüştürmüştür. Türkiye de bu adımlarla 1990 sonrasında çok ihtiyaç duyulan toplumsal barışı yeniden sağlamak çabası içindedir.