kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
2 Kasım 2008, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak
 
24 Saat
24 Saat

Ağlarsa kadınlar ağlar

AHMET DİRİCAN/ANKARA
31.10.2008
14 ya.ındaki B.Ç.'ye cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla yargılanan Hüseyin Üzmez'in annesi Emine Üzmez de 14 yaşındayken kaçırılıp bir eşkıyanın 14. eşi olmuştu. Nimet Arzık'ın 1961 tarihli kitabından aynen aktarıyoruz..
Hüseyin Üzmez... Vakit gazetesinin sivri dilli yazarı... Türk kamuoyu kendisini 22 Kasım 1952'de ''Allah düşmanı,'' dediği Vatan gazetesi sahibi ve başyazarı Ahmet Emin Yalman'a altı el ateş edince tanıdı. Daha lise son sınıf öğrencisiyken yaptığı bu eylemle, siyasi tarihe Türkiye'nin ilk silahlı sağ eylemcisi olarak geçti. Yalman'ı 'öldü' diye bırakınca cezaevinde 10 yıl yatıp kurtuldu. Cezaevinden çıktıktan sonra lise ve hukuk fakültesini bitirdi. Yarım asırdan fazla süredir de gündemden hiç düşmedi.
Kendisinin tabiriyle; Türk bir baba ve Kürt bir anadan olan Üzmez şimdi de 14 yaşındaki B.Ç.'ye cinsel istismarda bulunduğu iddiası ve cezaevinden de Adli Tıp Kurumu'nun skandal raporuyla kurtulmasıyla tartışmaların odağındaki bir isim. Beş yıl önce, 9 Ocak 2003'te kendisinden 50 yaş küçük, 22 yaşındaki bir kadınla evlenen,
Can Pazarı adlı kitabında üniversite öğrencisi ile yaşadığı aşkı romanlaştıran Üzmez'in hayatı bir roman aslında. Ama trajik bir roman...
Kaderin cilvesi mi bilinmez, Üzmez'i 1935'te Malatya'da dünyaya getiren anası Emine de şimdi taciz nedeniyle adı bile yazılamayan B.Ç. gibi daha 14 yaşındayken 'eşkıya' tarafından kaçırılıp 14. eş olmuş bir Anadolu 'kadını'...
Emine'nin hayatını, kısa süre de olsa rahle-i tedrisatından geçme onuruna eriştiğim Nimet Arzık, 1961'de yayınladığı, bugün ancak sahaflarda belki bulunabilecek
Menderes'i İpe Götürenler adlı kitabında o nefis üslubuyla bakın şöyle anlatıyor:

Dört tığ gibi atlıydı yolun üzerinde...
İçlerinden sarı bıyıklısı bir heykeldi. Efsane eşkıyalarına benziyordu... Öbürlerine hükmettiği belliydi.
Onun 'dağları tutması' politik küskünlüklerdendi...
Zaman zaman, iki çarpışma arasında, Malatya'ya inerdi bir toz bulutunda... Suriye cephesinde kolundan vurulmuştu. Çolak Memo'ydu lakabı. Malatya'dan Sivas'a Çolak Memo'nun adı yayılmıştı...
Dört tığ gibi atlıydı yolun üzerinde. Karşıdan kadınlı erkekli, atlı eşekli, yayalı bir kafile geliyordu.
Önde genç bir çocuk vardı arkada, kız kardeşi... Hilal kaşlı, kara gözlü, pürüzsüz buğday tenli bir kız... Başına beyaz bir örtü sarılmıştı... Uzun boylu olduğu, eğer üstünde bile belliydi...
İki kafile birbirine yaklaştı. Sarı bıyıklı efsane eşkıyasının gözleri genç kızı diğerlerinden ayırdı. İki kafile birbirinin hizasına geldi ve sıyrıldı birbirinden... Eşkıya adamlarından birine eğildi.
- "Kız mı, gelin mi, soruşturuver..."
Tahkikatın neticesi 'kız' çıktı... "Emirler Köyü'nün ağası Vahap Ağa'nın kızı." Üç dört fedai gönderildi köye... Kızı istemek için...
- "Allah'ın emriyle.. Kızınızı ağamız için istiyoruz..."
- "Ağanız kim?"
- "Çolak Memo..."
- "Bizim eşkıyaya verecek kızımız yoktur..."
Çolak Memo ret cevabını aldığı zaman Emirhan'daki otağındaydı.
Durmadı 20-30 atlıyla Emirler Köyü'ne uçtu...
"Eşkıyaya verecek kızları yoktu" demek.
Geceydi, Emirler Köyü'nde, köyün ileri gelenleri Vahap Ağa'nın evinde toplanmışlardı. Birden, uzun boylu bir adam içeriye rüzgârla birlikte girdi. İçeridekilerin şaşkınlığı geçmeden kendini tanıttı...
- "Ben Çolak Memo, kızınızı Allah'ın emriyle istemeye geldim."
Damın deliklerinden, bacanın deliğinden mavzerlerin karanlık, sorusuz uçları eğilmişti.. Vahap Ağa'nın göğsüne doğru...
Kurtuluş yolu yoktu. Bir ziyaretçiye baktı bir mavzerlerin kendisine doğru yönelen, karanlık, sorusuz uçlarına bir ziyaretçiye baktı gene:
- "Madem ki Allah'ın emri," dedi hafifçe omuzlarını silkerek... Namlular gene kımıldamıyordu ve Çolak Memo kızı atının terkisine atıncaya kadar kımıldamadı...
Vahap Ağa eşkıyaları izlemeye kalkmadı... Atlılar uzaklaştılar. Köye ölüm sessizliği çöktü!
Çolak Memo'nun karısı olmak zordu... Emine onu sevmediğini gösteremedi. Korkuyordu; zalimdi Çolak Memo... Kendine göre bir mertlik ve şeref yasası vardı amma, cesur olduğu kadar zalimdi... Çocuklarını mağaralarda, ağıllarda, doğurarak... Bir sürü kadınla kocasını paylaşarak... Çolak Memo, 13 kadınla evlenmişti. Dördüncüsünü boşar, bir yenisini alırdı...
Emine gelinken korkunç bir olaya şahit olmuştu gözleriyle...
Orada hayvan sayımına 'şirkat' derler... Üç kadınmışlar evde... Kadınların memurların gelişinden haberleri yokmuş... Kendi aralarında, kendi bölmelerinden konuşup gülüşürlermiş zavallılar... Bedriye gelin neşeliymiş... Bir kahkaha atmış... Memurlar kahkahaya başlarını kaldırmışlar... Çolak Memo da başını kaldırmış garip pırıltılı gözlerle...
İş bittikten sonra kadınların bölümüne girmiş, en donuk yüzüyle:
- "Neye güldün?!."
Korkudan sebep gösterememiş kadın..
Çolak Memo da kahkahasını yabancıların duyduğu karısını kavradığı gibi, evin balkonundan atmış...
Emine gelinin 'efendisinin' evinde ilk şahit olduğu olaylardan biri buydu... Nasıl ısınabilirdi yanındaki adama?
Bu olaydan üç sene yatmış Çolak Memo...
Ve 33'te çıkmış cezaevinden... Üç sene, bir hayat için... Bir kadının hayatı... Pöh!! Kadın vurulan, kırılan, dövülen, sahip olunan meta!..
Bütün bir şehir ağlamıştı Çolak Memo yakalandığında. Atın üzerinde elleri arkaya bağlıydı Çolak Memo'nun.. Heykel gibiydi gene. Kadın, kız yollara dökülmüştü, o heykel için ağlayarak...
Neler için ağlar insanlar?... Yolda, çetesi basmıştı 'candarmaları' ve kurtarmıştı reislerini... Zaman geçmiş, bu olaylar unutulmuştu. Maddi zorluklar başlamıştı.
Zulümden çekmişti Emine, korkudan çekmişti Emine, şimdi yokluktan çekiyordu bu taşkın, 'tutkulu', dalgalı adamın yanında.. Ve gene gözyaşlarını içine akıtıyordu...
İmdadına ecel yetişti, yetişti ama, gene gün göremedi... Dört çocukla kalmıştı... Ufak... En küçüğü bir yaşında... O bir yaşındaki altın saçlı sefaletin çocuğu Hasan, duvar diplerinde, kaldı bakımsız... Ana işteydi. Erkek kardeşlerinin yanına sığınmıştı, 'sığıntı' muamelesi görüyordu... Kadındı!.. İşten sonra çocukları için, tane tane başak topluyordu...
Üstelik, babasının mallarını da gaspetmişlerdi kardeşleri... Kadındı... Onu şehre götürmüş, parmak bastırmışlardı, burgu burgu yazılı bir 'evraka'. "Kardeşlerimden mallarımı aldım", işte bunu yazan 'evrakın' altına parmağını bastırmışlardı... Kadındı... "N'olacaktı?" Mal nesineydi?...
Çocuklarını beslemek için, işçi olarak fabrikaya girdi...
Döve döve kovmuşlardı kardeşleri "Bunca sene baktık," diye... Kadındı, kovarlardı... Mensucat fabrikasında, diğer işçilerin iki seneden fazla çalışamadıkları en tozlu yerde, 20 sene çalıştı: Kadındı, çalıştırırlardı... "Kanlı Makine" dedikleri bir makine vardı. Almanlar kurmuş gitmişlerdi. Durma düğmesine bastıktan sonra ne zaman duracağı belli olmayan bir makineydi... Onun dilinden yalnız Emine Üzmez anlardı. Zalimlerin dilinden anlamayı öğrenmişti. Yemek paydoslarında durmazdı. Aynı fabrikada çalışan oğluna yardıma giderdi...
Sonra ailecek, kendine bir ev yaptı. Bütün kerpiçler Emine'nin sırtından geçti. O bunu tabii buluyordu... Bir ara, hayat ona gülümser gibi oldu. Büyük oğlu Hüseyin zekâsıyla onun bunun dikkatini çekmişti. Malatya Lisesi'ne girmişti... Bekir hoca diye bir hoca da, ona fal bakmıştı:
"Emine, hayatta çok acı çekeceksin... Ömrünün sonuna doğru, 10 sene rahat edeceksin." O artık, o 10 seneyi bekliyordu: "Yüzdük, yüzdük kuyruğuna geldik," diyordu yorgun ve mutlu bir gülümsemeyle...
Oğlu Ahmet Emin'i vurduğunu duyduğu zaman... Bir şey söylemedi... Kaderden bunu bekliyormuş gibi bir hali vardı... Boynunu büktü. Gözyaşlarını içine akıttı... Gene fabrikada çalıştı dermansız... Gene oğluna para gönderdi. Üç ayda 360 lira... Heeey idealist geçinenler... Yükünüzü başkası taşıdıktan sonra, sizin ters düz ideallerinizden kime ne?
Oğluyla karşı karşıya getirildi karakolda...
Gözyaşları gene kurumuştu, kesik kesik soluyordu...
"Yavrum, canın sağ ya..."
Onları birbirlerinden ayırdılar... Oğlunu 'içeriye' aldılar, kendisi 'dışarıda' kaldı... Oğlu cezaevi arabasına binerken, ömründe ilk defa kendini bıraktı. Bayılmıştı.. Çocuğu ceza yediği gün, onu yakınları yavaş yavaş alıştırmak istediler.
- "Beş sene dediler..."
- "Vah yavrum vah," diye inledi...
- "10 sene dediler..."
- "Demek bu kaderimizde varmış," diye mırıldandı...
- "20 sene dediler..."
Peykenin üstüne düştü kaskatı... Gece gündüz ağladı...
Vücudu isyan etmişti. 'Dış' felaketler yetmezmiş gibi "Beyninde ur var," dediler, hey Allah'ım... İnsanın isyan edeceği geliyor... "Kader," diyelim, daha yükseğine çıkmamak için Hay Allah'ım!...
Birkaç ameliyat geçirdi. Çalışacak değil, ayakta duracak dermanı yoktu. Oğlu cezaevinden 10 sene sonra çıktığında, onu bir hasırın üstünde yatar buldu.. Erimişti, kurumuştu, ufalmıştı. Üstünden örümcekler sarkıyordu.
Ayağa kalkmak istedi kalkamadı... Şaşkınlık içindeydi. Bir sağa bir sola bakıyordu. Oğlu elini öpünce kendine geldi. Durumundan utanır bir tavrı vardı. Bir şeyler mırıldanıyordu: "Horbo, horbo"... Kurban olayım...
Olmuşsun zaten kurban Emine'm... Olmuşsun!.. Yetmez mi?
Emine Üzmez Ankara'dadır... Hâlâ Bekir Hoca'nın vaat ettiği 10 sene mutluluğu beklemektedir. Hâlâ oğlu kendisine yaklaştığında "Horbo... Horbo" diye mırıldanmaktadır... Kurban olayım... Olmuşsun, zaten kurban Emine Üzmez... Olmuşsun... Kadınların 'kurbanlık' olmağa namzet oldukları toplumda! Bir kere değil, 10 kere kurban olmuşsun yetmez mi?
Ağlarsa kadınlar ağlar...
Haberin fotoğrafları