kapat
27.02.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
Limasollu
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 DİYET
 TATLILAR
 CİNSELLİK
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HIGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Kalbim Ege'de kaldı, ister istemez!

Biz gazeteciler pek nadir tatil yüzü görürüz. Hatta geçtiğimiz yıllarda bu durum, 'Gazetecinin tatili olur mu olmaz mı?' polemiğine dönüşmüştü. Her zaman olduğu gibi bölünmüştük: biz de insanız, bizim de hakkımız diyenler ve hadi canım olur mu öyle şeyciler! Ben şahsen işin doğası gereği 2'nci görüşü savunuyorum. (İfrada kaçmamak kaydıyla tabii!) Tatil herkesin hakkı elbet ama bu meslek de öyle 9-5 başka işlere benzemiyor ki! Gözümüzü, kulağımızı, ağzımızı kapatıp 3 maymunu oynamayız ki!

EGE'DE BİR SAHİL KASABASINDA

Neyse işte bu yüzden, arada 2-3 günlük kaçışlar keyif veriyor bana. Hatta bir anda o kadar boş zamanda ne yaparım diye panik olduğumu bile söyleyebilirim. Bu bayram da öyle kaçış fırsatlarından birini yakaladımve her zaman olduğu gibi, kışa aldırmadan soluğu Ege'de, gözden uzak o sahil kasabasında aldım.

Üstelik niyetliydim, hiçbir şey yapmayacaktım! 3 gün hiç bir şey düşünmeyecektim. İşe geç kalmaktı, sayfa ya da yazı yetiştirmekti olmayacaktı, gerçekten kendimi soyutlayacaktım. Bu fikir iyiydi ama oralarda dolaştığım zaman gördüm ki bu sadece bir hayalden ibaret! Evet, çok şükür benim kaldığım yerde bizden başka sadece bir aile vardı. Bütün gün deniz karşımda, elimde bir çapa bahçede oyalanabiliyordum ama...

GÜRÜLTÜ İSTEMİYORUZ!

Ana yola çıktığımda bir de bakıyordum ki her yer 34 plakalı araba dolu. Tabii ki kaçıvermek bir tek benim fikrim olamazdı elbet! Şöyle bir Ayvalık-Cunda yapalım dedim. Hani derler iğne atsan yere düşmez Cunda sahilinin hali öyleydi. Tesadüf bu ya, yıl oldu da görüşemediğimiz bir arkadaşımla orda, Cunda'daki büyük kilisede karşılaştık. Derdimiz aynıydı. Biz gürültü istemiyorduk!

Herkes sahilde elinde ayçekirdekleriyle volta atıp, hediyelik eşyaları karıştırır ya da miskin miskin çay bahçelerinde otururken biz köyün en gerisine yürüdük, ara sokaklarda gezdik, fotoğraflar çektik. Ara sıra öten kuşların sesini dinledik. Yorulunca sahildeki kahvelerden biri yerine, çoğunlukla balıkçıların gittiği arka taraftaki Zeytinli Kahve'ye gittik.

Arkadaşım tereddütteydi. 'Kadınları alıyorlar mı?' İşin en keyifli tarafı da bu. İçeri girerken kimse sizinle ilgilenmiyor. Onlar için varsa yoksa tavlaları, okeyleri. Oysa her halimizle o kadar yabancı duruyoruz ki! Ben işte Ege'nin insanını bu yüzden seviyorum. Bozulmamış olduğu, hiç art niyet taşımadığı için!

HESABA İNANMAZSINIZ!

Servis mükemmel. Bir Ayvalık tostu bir de çay söylüyoruz. Birazdan içi salamlı, kaşarlı, domatesli,mayonezli, ketçaplı tostumuz gelecek. (Hayır, İzmir'in kumrusuyla hiç ilgisi yok!Ekmeği tadı herşeyi farklı!) Birkaç saat sonra hesap gelince-böyle olacağını bildiğim halde-yine inanamıyoruz. Bir yanlışlık olmasın diye soruyoruz yeniden. Hayır yok. Parayı hazırlarken bile 'Tamam tamam' diyor garson çocuk, 'Yeterli'. Zorla tutuşturuyoruz paranın hepsini eline. Bu kadar dürüstlük kaldı mı hayatta? Turisttir diye tarifeyi üçe katlamayan, ikramda kusur etmeyen bir zihniyetle artık çok fazla karşılaşmıyoruz da. Şaşkınlığımız o yüzden. Keşke hiç değişmeseler hep aynı kalsalar, mümkün mü acaba?

Gerçekten iyi bir terapi oldu bana bu gezi! Bu yüzden bu küçük kaçışları seviyorum. Hayatta hâlâ iyi insanlar olduğunu, hâlâ güzel şeyler, keşfedilecekyeni yerler olduğunu hissettiriyor. Sonra ne oluyor, acaip pozitif bir enerjiyle dönüyorum eve. Bir de bakıyorum ki herşey Ege'de kalmış! Tıpkı Sezen Aksu'nun şarkısındaki gibi kalbim ister istemez Ege'de kalıyor!

BİR GÖÇ ÖYKÜSÜ

Cunda'da sahilde yürürken Girit mübadillerinin 1922'de adaya ilk ayak bastıkları yerin önünde duruyorum. Orası olduğunu nereden mi biliyorum? Ayvalık Belediyesi, faydalı bir levhayla bizi bilgilendirmiş. Tam o noktaya bir not düşülmüş: 'Burası 1922'de Girit'ten mübadeleyle gelen Türkler'in karaya ilk ayak bastığı yerdir.' Başka bir panoda da Giritli Türkler'in kimler olduğu, nereden Girit'e yerleştirildikleriyle ilgili geniş bir bilgi var. Benim de özel ilgi alanıma giren mübadele öyküleriyle ilgili son zamanlarda çok sık kitap yazılıyor, belgeseller çekiliyor. O günleri anlatabilecek 1. kuşak insanlar da gitgide azalıyor. Aklıma geçen günlerde İletişim Yayınları Tarih Dizisi'nden çıkan 'Göç/Rumlar'ın Anadolu'dan Mecburi Ayrılışı (1919-1923) adlı kitap geldi. Adından da anlaşılacağı gibi zorunlu bir göçün öyküsü anlatılıyor kitapta. Merkezi Atina'da bulunan Küçük Asya Araştırmalar Merkezi'nin 1950'li yıllarda tamamen o yılların tanıklarıyla yapılmış sözlü tarih çalışmasından derlenmiş. Kitapta yazanların hepsi de hoşa gidecek şeyler değil. Kuşkusuz belli bir çevreyi rahatsız edecek cinsten. 'Babam bir Türk arkadaşına 200 altın vermişti. Arkadaşı döner dönmez paraları bize iade etti' gibi cümleler de var 'Mustafa Kemal Türkler için tanrı idi Rumlar için şeytan' diyenler de! Türkçe basımı derleyen Herkül Millas, 'Peşin yargıları, ulusal hassasiyetleri, aşırılıkları ve uydurmaları ayırıp gerçekleri seçebilecek' okuyuculara içeriği pek de bilinmeyen bir ibret öyküsü sunuyor. Önemli olan onu okuyup tarihe farklı bir gözlükle bakabilmek, öyle değil mi?



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap


Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır