kapat
27.02.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
Limasollu
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 DİYET
 TATLILAR
 CİNSELLİK
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HIGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Ne güzellik ne de çirkinlik! Asıl olan ne?

Hatırlıyor musunuz?" "Evet" diyorum; "hatırlıyorum!" Yıllar sonra karşımdasınız. Denizden esen rüzgâr saçlarınızı dağıtıyor. Oturduğumuz kahvenin masalarındaki mor örtüler uçuşuyor. Erken bahar günlerinden biri. Denizde ikindi pırıltıları...
Arka masadaki dört kişi gözlerini sizden ayıramıyor. Hatırlıyorum, o eski günlerdeki halinizi. Hatta hiç unutmadım. Çünkü öyle mutsuzdunuz ki... Çirkin olduğunuza inanıyordunuz ve bundan başka hayatta hiçbir şeye inanmıyordunuz. Bir cadının kara büyüsüne kurban gitmiş küçük bir kız gibi hissediyordunuz

Yeniyetmelik çağınızdaydınız. Ben sizden iki üç yaş büyüktüm sadece. İyi arkadaştık ve bana öyle gelirdi ki, sanki o mutsuzluk günlerinizde bir tek ben düşünüyorum sizi; bir tek ben sevecenlikle yaklaşıyorum size...

Çayınızdan bir yudum aldıktan sonra "gençlere bakıyor musunuz" diye soruyorsunuz. "Dillerinde ne güzellik var, ne de çirkinlik. İyilik ve kötülük de yok! Ya süpeeer diyorlar, ya da iğreeeenç..."

Gülüyoruz.

Size bakıyorum. Arka masadakilere hak veriyorum: Dikkat çekici biçimde güzelsiniz.

Ve daha önemlisi, güzel olduğunuzu biliyorsunuz. Eminsiniz. Bu çok güçlü bir bilgidir. O yüzden yıllar öncesinin küçük, yeniyetme kızına hiç benzemiyorsunuz. Yıllar içinde bedeninizi yeniden inşa etmişsiniz sanki!..

Aklımdan geçenleri anlamış gibi bana doğru yaklaşıp şöyle diyorsunuz: "O zamanlar küçüktüm. Arzunun yaratıcılıklarını bilmiyordum. İnsan ruhunun özünde nasıl fetişist olduğunu çok yakın zamanlarda öğrendim. Olmadık şeylerden ne heyecanlar yaratıyor insan! Asla bütünü sevip isteyemiyor; bütüne yaklaşamıyor.. Hep istiyor ki, parçaları kendi bir araya getirsin; şehvetle, aşkla bir puzzle'ı yeniden kursun..."

"Ne yani, şimdi de keşke bu kadar güzel olmasaydım, diye mi düşünüyorsunuz? Pişman mısınız güzelleşmeye harcadıklarınızdan?"

Yanıtınız sarsıyor beni:

"Sevgiye seçme ve yaratma hakkı verilmeli..."

Bir erkek olarak derinden anlıyorum bunu...

Güzellik beğeniliyor. Ama seviliyor mu? Güzel kadına hayran olunuyor. Ama sevmek hayranlık vitrininin öte yanına geçmeyi gerektirmiyor mu?

Bu kez ben konuşuyorum: "Doğru... Arzu bir noktada yoğunlaşmak ister. Yamuk bir ağzı öpüşlerle düzeltmek, düşük kalçaları gözü kör sevdaların kaldıracıyla yükseltmek. Budur arzu!.. Yukarı doğru cerrah elleriyle kaldırılıp ufaltılmış bir burunu estetik açıdan yorumlayabilirsiniz, ama çarpık ve kemikli bir buruna hiç yorumsuz aşık olursunuz!"

Gülümsüyorsunuz.

Güzelsiniz. Ellerinize bakıyorum, gözlerinize, ağzınıza, burnunuza. Hepsi yeni sanki! Hiç yaşamamış gibiler.

Arka masadakiler size bakmaktan yorgun düştüler. Birazdan ilgileri kaybolacak; adamlar işlerinden, kadınlar TV dizilerinden konuşmaya başlayacaklar.

Birden sizli bizli konuşmayı kesip "Biliyor musun" diye soruyorsunuz; "erkekler güzellikle ne yapacağını bilmiyor! Ya çarşı pazar, akraba dost dolaştıracaksınız, panayırdaki deniz kızı gibi... Ya da bozup çirkinleştireceksiniz. Döverek, söverek, mutsuz kılarak, canını yakarak, şöyle ya da böyle, ama güzel kadını daha da güzelleştiremeyeceğini bilen erkek çıldırıyor galiba. Ve ne yapıp edip iktidarını kullanıyor; güzel kadını mutsuz kılarak çirkinleştiriyor!"

Sonra minik bir kahkaha atıyorsunuz. Sinirli, huysuz bir kahkaha!

Garsonu çağırıp hesabı ödüyorum. Kalkarken sözünüze devam ediyorsunuz: "Erkekler güzel kadınlarla barışık değiller. Galiba güzellik karşısında röntgenci yanınız kabarıyor. Seyretmekten sevmeye geçemiyorsunuz bir türlü."

"Hey Tanrım" diyorum, "Şu kadın, küçücükken "çirkinim, kimse beni sevmiyor' diye ağlardı; şimdi 'güzelim, kimse beni gerçekten sevmiyor' diye ağladı ağlayacak!"

Taksiye bindirip arkanızdan el salladığım sırada kendi kendime söyleniyorum:

Ne güzellik ne de çirkinlik! Aslolan sevmek, sevilmek!

Sonra kendi söylediklerimin de "yavanlığı" içimi buruşturuyor. Doğru hissettiğinizi bildiğiniz zaman bile, kelimeler derdinize derman olmuyor işte!

Otoparka doğru yürürken Orta Afrika'da hakim bir yerli inancı geliyor aklıma.

Leoparların avlarını güzellikleriyle yakaladıklarına inanırmış yerliler. Leopara bakan hayvanın kaskatı kesilip kaçamaması böyle yorumlanırmış.

Modern kültürün güzellik karşısındaki çaresizliği de böyle bir şey mi?



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap


Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır