kapat
10.02.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 DİYET
 TATLILAR
 CİNSELLİK
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HİGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Deli deli tepeli, kulakları küpeli...

Melih Aşık, çeşitli konulara değinen dünkü yazılarından, "Savaş tamtamı..." başlığını koyduğu sonuncusunu şöyle bitiriyordu:

"Irak'ta bir savaş Türkiye için felakettir. Bu savaşa aktif olarak katılmamız daha büyük felakettir. Ne var ki halkımız hâlâ olayın ayırdında değil."

Eski Dışişleri Bakanı, Em. Büyükelçi İlter Türkmen de, yine dün "Yanlış hesap Bağdat'tan döner" başlıklı yazısını, şu paragrafla noktalıyordu:

"Herhalde önümüzde uzun bir diplomatik bilek güreşi var. Saddam Hüseyin sade Türkiye'den değil, fakat her taraftan gelen baskılarla BM denetçilerini kabul edebilir veya şimdiki vakit kazanma taktiklerini sürdürebilir. Eğer ABD'nin sabrı taşar ve askeri müdahaleye girişirse o zaman Türkiye'nin vereceği destek olsa olsa İncirlik Üssü'nün kullanılmasına izin verilmesi ile sınırlı kalmalıdır. Bunun yanında yeni bir göç akımını önleyecek önlemler kuşkusuz alınmalıdır. Daha ileri gitmek bir macera olur. Yanlış hesap Bağdat'tan döner."

1950 yılının seçim kampanyalarını hatırlıyorum. CHP'nin 30 yıllık tek parti iktidarı sallanıyordu. İlk kez kitleler arasına inen CHP hatipleri, miting kürsülerinden şu propagandayı yapıyorlardı:

- Arkadaşlar unutmayın ki İnönü, Türkiye'yi 2. Dünya Savaşı'na sokmayarak, Türk milletini kırılmaktan kurtardı.

DP hatipleri de, CHP iktidarının bu propagandasına şöyle yanıt veriyorlardı:

- İnönü, savaştan kaça kaça Türk milletinin erkekliğini iğdiş etti.

Ha sahi bir de, yaklaşmakta olduğu manşetlere çıkmaya başlayan İstanbul depremi var.

Şu veya bu şekilde, artık kaçınılmaz görünen bazı trajediler, gelip Türk milletinin erkekliğine dayanacakmış gibi görünüyor sonunda.

Bakalım erkekliğimiz ne kadar iğdiş olmuş, yahut olmamış.

Vaktiyle eski içişleri bakanlarından, hukukçu Sahir Kurutluoğlu'nun çok sevdiği bir fıkra vardı.

17. Yüzyıl'ın ilk çeyreğinde; 11 yaşında tahta çıkıp, 17 yıl iktidarda kaldıktan sonra 28 yaşında ölen IV. Murat zamanında da, bir yığın İran ve Bağdat seferi yapılmıştı.

IV. Murat her sefere çıkışta, değişik yaşlarda 4 erkek evladı olan bir köylünün de evdeki en büyük oğlunu, gelip sefer için askere alıyorlarmış.

Birinci oğul gidip dönmemiş.

İkinci oğul da gidip dönmemiş.

Üçüncü oğul da gidip dönmemiş.

Sıra gelmiş dördüncü oğula...

Yeni bir sefer için, onu da askere almaya geldiklerinde, köylünün tepesi atmış:

- Hey demiş, buraya bakın, söyleyin o IV. Murat'a; benim erkeklik "şey"ime güvenerek, ikide bir sefer ilan etmeye kalkmasın.

Türkiye'nin, 20. Yüzyıl'ı da nasıl rezalet bir fiyaskoyla ıskalamış olduğu, gün günden daha çok ortaya çıktıkça; aklıma Bektaşi'nin o ünlü fıkrası geliyor hep...

Adamın biri gelmiş Bektaşi'ye:

- Erenler, demiş, ben çok büyük bir günah işledim.

Bektaşi:

- Sıkma canını, demiş. Herkes biraz günahkârdır ve öyle çok büyük bir günah diye de, pek bir şey yoktur dünyada...

- Bildiğin gibi değil benimki...

- Anlat bakalım ne halt ettiğini de, öğrenelim büyük günahını...

- Efendim ben, dişi bir domuzla cinsel ilişkide bulundum.

Bektaşi azıcık afallamış:

- Allah Allah, demiş, zevkine tüküreyim senin. Mendebur hayvanın tekidir o. Sert kılları vardır, bir yerine batmadı mı?

- Batmadı, becerdiğim domuz uyuzdu...

- Ne, uyuz domuzu ha? İyi seni tepmedi.

- Tepmedi, çünkü ölüydü...

- Ölü uyuz domuzu haa.. Vay adi herif vay... Peki seni kimse görmedi mi o sırada?

- Görmedi, herkes cuma namazındaydı...

- Herkes cuma namazındayken, sen ölü uyuz domuzu... Şükret ki Allah çarpmadı seni...

- Tedbirimi almıştım, Kuran-ı Kerim vardı göğsümün üzerinde...

Bektaşi'nin ağzı bir süre açık kalmış.

Vaktiyle kısa bir ekleme yapmıştım bu fıkraya...

Bektaşi, göğsünde Kuran-ı Kerim'le herkes cuma namazındayken, ölü, uyuz bir domuzu beceren kişiye, hafif bir sesle yine sormuş:

- Ne iş yapıyorsun sen?

Adam:

- Ben, demiş, insanları yönetmekle görevliyim. Ülkeyi kalkındırmaya, toplumu da mutluluğa kavuşturmaya uğraşıyorum.

Bektaşi, başını sallamış:

- Şimdi anladım, demiş. Keşke şunu baştan söyleseydin. O zaman hiç şaşmazdım gerisine...



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır