kapat
10.02.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPUS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 DİYET
 TATLILAR
 CİNSELLİK
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 SANAT
 RENKLER
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HIGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Denizin mavi kanlıları II

Caddebostan önlerinde Dragos'a doğru kaptırmış gidiyoruz. Birden Sevgi seslendi:

Şu gelen İhsan Kaptan değil mi?

Yelkenin altından eğilip baktım. Evet, uzaktan bize doğru suları yara yara gelen o...

Kırmızı floklu, üstelik çift direkli...

Emeklerim'den başka hangi tekne olabilir!..

Gerçekten de bir zamanlar İstanbul'da o kadar sayılı kotra vardı ki, abartmıyorum silüetlerinden bile hangisi olduğunu bilirdim. Çok geçmeden kafa kafaya geldik.

- Nereye gidiyorsunuz?

- Evlendik ya, balayına...

Önce "tüh be" diye eliyle alnına vurdu. Sonra da "Özür dilerim çocuklar. Nasıl da aklımdan çıktı..."

Sözlerini tamamlayamadan geçti gitti. Biraz sonra baktım tremola atıp dönmüş, peşimizden geliyor. Yelkenleri boşlamama bile gerek kalmadan kısa zamanda yetişti. Rüzgar altından yanaştı. Borda bordaya gidiyoruz. Sağ eli yekede, sol elinde bize doğru uzattığı bir Kızılay sodası şişesi, "Al bakalım şunu" diye sesleniyor. Tekneleri birbirine dokundurmadan elindeki şişeyi kaptım, Sevgi'ye uzattım. Şişenin ağzına gazete kağıdından bir tıkaç yapmış, içindeki akmasın diye...

-İçinde Rus votkası var. Bu akşam içersiniz. Çam sakızı, çoban armağanı. Denizcinin düğün hediyesi ancak bu kadar olur.

Nasıl etkilendiğimi anlatamam. Allah aşkına söyleyin; Soda şişesinde Rus votkası... Böylesine gönülden, böylesine spontan düğün hediyesi duydunuz mu?..

1967 yılı Temmuz ayıydı. Motoru bile olmayan kendi teknemizle balayına çıkmıştık. İstikamet geze geze Gölcük. Yedek subaylığını Turgutalp maçunasından kaptan olarak yapmakta olan Kaptan Tuna ile

Serap'ın yanına...

Teknemizde yalnız motor değil, elektrik ve mutfak da yok. Gemici feneri ve mumla aydınlanma işini hallediyoruz. Daha bütangaz ocakları icat edilmediği için, ispirto ocağıyla sadece çay demliyebiliyoruz.

Sıcak yemek ne mümkün. Anlayacağınız "Aşkımız bize yeter durumları..."

Bağlamamın telleri

İhsan Kazanlıoğlu'yla Caddebostan'da tonoz komşusuyduk. Denizyolları'nın en ünlü suvarilerinden biriydi. Yani bizim gibi uyduruktan değil, gerçekten kaptandı İhsan ağabey. Ankara gemisiyle seferden geliyor, gemiyi bağladığı gibi kotrasına koşuyordu. Denizin yorgunluğunu atmak için. Teknesini tek başına kullanırdı. Daha o zamanlar oto pilot denilen alet olmadığından, tek başına tekneyi haydamak, yelken basıp indirmek büyük işti. Kendi kendine öyle pratik sistemler geliştirmişti ki anlatamam. Fırsatını buldum mu, bota atladığım gibi soluğu teknesinde alırdım. Bıkmadan, usanmadan öğretirdi. Tek elle nasıl bağ atılır, nasıl çözülür...

Nasıl demirlemeli, takılan demiri nasıl kurtarmalı...

Tek başına yıllarca bir deniz dergisi çıkartmıştı. Sohbetine doyum olmazdı. Yalnız tek bir kötü tarafı vardı. Bir şeyler anlattıktan sonra, eline akordu bile olmayan bağlamasını alıp dımbır dımbır çalmaya başlıyordu; "Sen müzisyen adamsın, bak bakalım nasıl ilerleme var mı" diye...

Kalbini kırmamak için cevap bile veremiyordum. Çalamıyordu ki ilerleme olsun!.. Meğer İhsan Kaptan bağlama işkencesini tek bize yapmazmış. Can dostum Tuna Bekoğlu askerden sonra dördüncü kaptanlık yapıyor daha beybaba olamamış. İhsan Kaptan'ın yanına verdiler. İlk sefere gitti "yandım" diye döndü. İhsan ağabey vardiya bitti mi bunu çağırıp, saatlerce bağlama dinletiyormuş...

Kendi kendime bu bağlama işkencesinden kurtulmanın planını yaptım. Sevgili kardeşim Selim Yüksel Uysal inanılmaz bir bağlama üstadıydı. İkisini bir araya getireceğim. Derken Çam Limanı'nda eğrisi doğrusuna geldi. İhsan Kaptan'la rastlaştık. Hemen yanıma rahmetli Selim'i alıp onun teknesine gittim. Bize bir şeyler ikram ettikten sonra kaptı bağlamayı. "Bakın size ne çalacağım" diye...

Biraz dinler gibi yaptık. "İhsan ağabey" dedim, "Selim de bağlama öğrenmek istiyor. Bir de ona verelim. Sen bir bakıver yeteneği var mı?"

Öyle bir şişindi ki, kafası kafası kemereye vuracak...

Selim, bağlamayı eline aldı. Çalmanın mümkünü yok. Başladı akord yapmaya. Yan gözle kesiyorum. Baktım bizimkinin suratı ufak ufak değişiyor. Selim'in döktürmeye başlamasıyla olduğu yerde büzülüp küçülmesi bir oldu. Selim konseri bitirdi, bağlamayı uzattı. İhsan ağabey donmuş. Robot gibi uzandı aldı. Mırıldanır gibi "Vay be ne biçim çalıyor" dediğini duydum. Bizi yolcu bile etmedi. Öylesine büyülenmiş gibi bakıp kaldı arkamızdan...

Aradan zaman geçti. Tuna seferden döndü. "Ne haber konserlerden?" diye sordum. "Valla aga" diye cevapladı. "İnanmayacaksın ama buna bir şey oldu. Bırak çalmayı, kimseye bağlama lafı bile ettirmiyor..."

Denizciler Sivil Toplum İnisiyatifi'nin ilk toplantısı bitti. Salon boşalıyor. Kapıya doğru yürürken bir de baktım, İhsan Kaptan. Emekli maaşıyla marina kirasını ödeyemediği için teknesini güneye indirdiğini duymuştum. Yıllardır da göremiyordum. "Vay İhsan ağabey" diye ellerine sarıldım, "Seni görmek ne güzel. Nasıl haberin oldu da geldin?" "Bu denizler bizim evlat" dedi, "Daha yapacak çok şeyimiz var. Tek tek hepimizi kovalamalarına öyle kuzu gibi katlanacağımızı mı sandın?.."



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap


Copyright © 2002, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır